İnsanı insan yapan en büyük özellik vicdan, merhamet ve paylaşma duygusudur. İnsanda güzel olan yüzdür, yüzde güzel olan gözdür. Ama insanı insan yapan, ağızdan çıkan sözdür . Eğer bir insanda bu saydıklarım mevcut değil ise, o insandan "İnsanlık" beklemek aptallıktır.
Yaşam kalitesi dediğimiz yaşam standartlarımız çevremiz ve biz yani kendimiz. Ne kadar çok ben olarak yaşamaktayız? Benliğimizi anlamak ta zaten bize insanlığımıza ben katmaktan ziyade ruhumuzla bir olup nefsimize, duygularımıza sözlerimize sahip olmaktır kusursuz.
İnsanı insan yapan; anlayıştır. Bencilce düşünmemektir, hep ben dememektir, karşındakini anlamaya çalışmaktır, saygıyla ve sevgiyle bakmaktır. Herkese, hiç bir kusur aramamaktır. Karşındakinde, herkesi olduğu gibi sevmektir. İnsanlık, zor gözükse de bunlar. Hiç de zor değil aslında. Zor olduğunu farz edelim!!! Önemli olan zaten bu hayatta zoru başarmak değil midir? Emin olun zoru başarmak kadar haz verici bir şey yoktur belki de.
Beni insan yapan bitmek tükenmek bilmeyen gücüm ve sözüm. Yani özümdür. Her gün bir kez daha kendimi sorgulamam bana benliğimi kanıtlar. Ben buyum diyebilmem için insan için insanlığım için bir şeyler yapmam gerekir. Zararsız ve çıkarsızca. Ne kadar çok çabalarsam o kadar çok başarmış olurum. Kendimi insanlığımı insanca yaşamayı. Yazıma son verirken, sizleri birçoğunuzun bildiği Aslanla ve Çakal'ın hikayesi baş başa bırakıyorum. Yazımın hikaye ile bir ilgilisi yok. Sizlerin de hoşuna gideceğini düşündüğüm için paylaşmak istedim... ASLANLA ÇAKAL Aslanla çakal arkadaş olmuşlar. Dağda bayırda geze geze yorulmuşlar, acıkmışlar. Aslan demiş ki: -Çakal kardeş, bu böyle olmayacak. İyisi mi, bir av yapalım da karnımızı doyuralım. Neyse bunlar av peşinde dolaşırken, çayırda otlamakta olan yılkı atlarına rast gelmişler.
Aslan: -Tamam çakal kardeş, ben gideyim de şu yılkıdan bir at avlayayım da karnımızı doyuralım. Ama avlanmadan önce benim kızışmam gerekir. -Peki, ama aslan kardeş, sen nasıl kızışırsın? Aslan durduğu yerde gerinmeye, titremeye başlamış ve çakala dönerek: -Bak bakalım çakal kardeş, gözlerim kanlandı mı? demiş.
Çakal bakmış: -Evet aslan kardeş, gözlerin kanlanmış demiş.
Aslan: -Tamam öyleyse. Seyret bak, atı nasıl avlayacağım. Aslan kükreye kükreye atın yanına varıp, bir pençe atmış. At pençeyi yer yemez, yere yığılıp kalmış. Aslanla çakal kendilerine güzel bir ziyafet çekerek, karınlarını doyurmuşlar. Eh, gün geçmiş, zaman geçmiş; bizim iki kafadar yeniden acıkmışlar. Yine bir yılkıya rast gelmişler. Bu sefer çakal konuşmuş: -Aslan kardeş, geçen sefer karnımızı sen doyurdun. Bu sefer avlanmak sırası bende. Hem senin nasıl avlandığını da gördüm. Ben de senin yaptığın gibi kızışıp, av yapacağım. Aslan sesini çıkarmamış. Çakal aynı aslanın yaptığı gibi gerinmeye ve titremeye başlamış ve: - Bak bakalım aslan kardeş, gözlerim kanlandı mı? demiş. Aslan bakmış: -Çakal kardeş, gözlerin kanlanmamış demiş. -Yahu boşver sen onu; kanlanmış de. -Eh, madem öyle dememi istiyorsun; peki öyleyse: Kanlanmış. -Tamam öyleyse. Seyret bak, atı nasıl avlayacağım. Çakal o hışımla, uluyarak atın yanına bir varış varmış ama at buna bir çifte atmış. Zavallı çakalın gözleri kan çanağına dönmüş. Çakalın başına gelenleri uzaktan seyreden aslan, çakalın yanına yaklaşmış ve: -Şimdi gözün kanlanmış işte çakal kardeş demiş. Çakala, geçenlerde ormanda rastladım. Baktım gözleri hala mosmor zavallının.
|