|
||
Bir Sakıp Sabancı Vardı | ||
Köşe Yazıları Haberi | ||
İş dünyasının, gerçek “duayeni”ydi. Adı, hep Vehbi Koç’la anılırdı. Her ikisiyle de, yakın dostluğum oldu. Vehbi Bey, ne kadar ciddi görünümlü olsa da, Sakıp Bey bir komedyen gibiydi. 10 yıldan beri aramızda yok! Onunla, 1985 yılında tanıştık. Haber vererek, daireye geldi. Onu, biz davet etmiştik. İstanbul’a, bir “Öğretmenevi” yapmasını istiyorduk. Yer araştırırken, Anadoluhisarı’nı işaret etti. “Sizin, Anadoluhisarı’nda ve denizin kenarında bir Engelliler Okulu’nuz var. Ben, onu gezdim. Fazla bir öğrenci göremedim. Okulu başka yere nakledelim, o binayı Öğretmenevi’ne dönüştürelim. Bu işi bana bırakın, yapayım.” dedi. Kabul ettik. Sakıp bey, iyi bir para harcayarak, İstanbul’a o zamanın en güzel Öğretmenevi’ni yaptı. Bu onun yaptığı hayır işlerinden ve eğitime olan katkılarından, sadece biriydi. SAKIP SABANCI KİMDİ ? Hacı Ömer Sabancı’nın beş oğlundan biriydi. Aslen, Kayseri’liydiler, ama Adana’ya yerleşmişlerdi. Baba Sabancı da oğulları, hele oğlu Sakıp kadar namlı olmasa da, çok tanınmış bir kişiydi. Önce tarım, daha sonra sanayi’ye el attı ve 1948 yılında bu günün en büyük özel bankalardan biri olan Akbank’ı kurdu. Çocuklarını, iş alemi için çok iyi yetiştirdi. Sakıp Bey biraz öne çıkıp, kardeşlerinin önderi oldu. Baba Sabancı kapıyı açınca, Allah da onlara “Yürü kulum.” dedi. Sakıp Beyi anlatmak, “malumu ilam”dan öteye gitmez. Çünkü, onu herkes tanıyor ve iyi bir iş adamı, iyi bir baba, iyi bir eş ve iyi bir sanayici ve işadamı olduğunu biliyor. Onun kadar namlı olan Vehbi Koç’u, ona rakip gibi gösterseler de, onlar çok iyi birer dosttular. Uzun yıllar görev yaptığım İstanbul’da, ben de onların müşterek dostu olmuştum. Sakıp Bey, Kabataş Erkek Lisesi’ne yaptırdığı ek bina için sık sık okula gelir, o geldiğinde ben de giderdim. Çok renkli bir kişiliği vardı. Çay sohbetinde onu konuşturur, sohbetinden büyük keyif alırdık. Sohbet sırasında, not edilecek veciz sözler söylerdi. O, bunları okuyarak değil, yaşayarak bellemişti. Bir gün ona; “Önüne çıkan dilenciye para verir misin?” dedim. “Vermem.” dedi ve ekledi. “Her dilenci, fakir değildir. Onun, fakir olup olmadığını bilemem. Allah, zengine verdiği akılı, fakire de veriyor. Aklı, doğru yere kullanmak lazım. Benim yaptığım yardımlardan, yine de ve öncelikle fakirler faydalanıyor.” demişti. EŞİ DE, TAM BİR HAYIRSEVER Sakıp Bey, yakın akrabası Türkan Hanım’la evliydi. İki kızıyla, bir oğlu vardı. Mutlu bir aileydiler. Lakin, oğullarının bedensel ve zihinsel özürlü olması, onları çok mutsuz ediyordu. Hiç unutmuyorum, çıktığı bir televizyon programında; “En güzel arabaları üretiyorum. Ama, oğlum Metin’e bir araba veremiyorum.” diyerek, ağlamaklı bir tavırla mutsuzluğunu dile getirmişti. Eşi Türkan Hanım, Milli Eğitim Bakanlığı Vakfı’nın İstanbul Müdürlüğü’nü yaptığım sırada Vakfın bütün etkinliklerine katılır, bağışta bulunur ve gösteri davetiyelerini en çok o satardı. ÖLÜMÜNDEN ÖNCEKİ SON GÖRÜŞME Sakıp Sabancı ile, ölümünden önce son defa Beyoğlu Öğretmenevi’nde görüştük. Milli Eğitim Bakanı’yla birlikte üçümüz, Öğretmenevi’nde bir öğle yemeği yedik. O, yemek için değil, yine bir eğitim kurumu yaptırmak için bizimle buluştu. Tam o sırada, yalan haberleriyle ünlenen, megaloman aşağılık bir gazete aleyhimde yazıyordu. Asansörle inerken Sakıp Bey iki omzumdan tutup, “Sakın üzülme, meyve veren dalı taşlarlar. Demir gibi arkandayım.” demişti. Sakıp Bey, aramızdan ayrılalı tam 10 yıl oldu. Onunla buluştuğumuz ve konuştuğumuz o günleri çok özlüyorum. O, hitap ettiği herkese huzur verirdi. Türk toplumu onu saygı, takdir ve rahmetle yad ediyor. Mekanı, Cennet olsun. Fatma’nım; “Selefin Gibi Olma !” Fatma Derya Hanım, Tekirdağ SGK Kurumu’nun yeni Müdürü. Koltuğunda oturmaktan çok, çeşitli kurumları dolaşıyor. Sosyal Güvenlik hizmetlerinin hem denetimini, hem de tanıtımını yapıyor. O nedenle, mevkidaşlarına göre farklı bir kurum Müdürü. Bilindiği gibi, hemen bütün vatandaşlar çalıştığı ya da primini ödediği bir işten emekli olup, hayatının kalan bölümünü kimseye muhtaç olmadan yaşamak istiyor. Sosyal Güvenlik Kurumu da, bunun için var. Yapılan hesaplara göre bir çalışan, ödediği primlerle üç emekliye bakıyor. Zor bir durum. Çünkü, kurumun bir çok birimleri iyi yönetilmiyor. Sigorta primleri, düzenli tahsil edilemiyor. Hepsinden önemlisi, “katakulli” ile kurumdan emekli olanlar ya da haksız emekli aylığı alanlar var. Tabii, başka katakulliler de çabası. Bunlardan biri de, ölen babalarının emekli aylığını alabilmek için eşlerinden boşanan kadınlar. Yurt genelinde bunların sayısı çok. Tekirdağ’da ise, biraz daha çok olduğu söyleniyor. Fatmanım’dan önceki İl Müdürü Mahmut Kotan’la konuştum. Bana; “Hepsini takip ediyoruz. Yakalayıp, yasal işlem yapıyor, ödediklerimizi cezalı olarak geri alıyoruz.” demişti. Ben de, bu çalışmalarını takdir ettiğimi, 3 Eylül 2012 günlü yazımda ifade etmiştim. Meğer, yanıltılmışım. Müdür, doğru bilgi vermemiş ve görevini de düzgün yapmamış. Geçtiğimiz ay görevinden alındı ve yerine Fatma Derya Alan atandı. Geçen gün, Fatmanım’la da konuştum. Selefi gibi olmadığını ve konuyu çok iyi bilip, sürekli takipte olacağını söyledi. Kendisine inandım, ama konuya hala tedbirle ve şüpheyle bakıyorum. İnancım o ki Fatmanım, devlet malının “deniz” olduğunu biliyor, ama yemeyenlere herhalde “domuz” dedirtmeyecek. |
||
|
||
Etiketler: |
|
Bu modül kullanıcı tarafından yönetilir, ister kod girilir ister iframe ile içerik çekilir. Toplamda kullanıcı 5 modül ekleme hakkına sahiptir, bu modül dahil tüm sağdaki modüller manuel olarak sıralanabilir.