|
||
Bu Ne Biçim Memleket? | ||
Köşe Yazıları Haberi | ||
Bir memleket kötü yönetilirse, her gün yaşanan şaşılacak olaylar, olağan hale gelir. İktidar yalakası basın yayın organları memleketi “güllük gülistanlık” gösterse de, insanın umudunu kıran olaylar, bu memlekette bir türlü bitmiyor. Değerli okuyucularım, bu memlekette olup bitenlere dair tespit ve düşüncelerimi bu köşede sizlerle paylaşırken, hep mutluluk verenlerinden söz etmek istiyorum, ama nerde o günler? Önceki bir yazımda da belirttiğim gibi, basın yayın organlarını eline geçiren para babaları, servetlerini katlamak için siyasi iktidarın adeta oyuncağı olmuşlar. Onların emrindeki kalemler de, paranın sıcak yüzü ile işsiz kalma korkusu bir araya gelince, birer maşa haline gelmişler. Tirajı yüksek bütün gazetelerle maruf TV kanalları, iktidarın borusu gibi ötüyor. Yürekli birkaç gazete ile bir-iki TV kanalı, halkın düşünlerine ve tepkilerine tercüman olmaya çalışıyor. Yeterli mi? Asla ! Geçmişteki icraatı ve sözleriyle sürekli çelişen Başbakan da, ne yapacağını ve ne diyeceğini artık şaşırmış durumda. Dua etsin ki, karşısında iktidarının bu yanlış icraatına tavır koyabilecek güçlü bir muhalefet yok. Ana Muhalefet Partisi CHP, kendi içinde dokuz parçaya bölünmüş. Partinin Başkanı, parti içi muhaliflerle baş edemiyor ki, iktidarla baş edebilsin. Ana Muhalefetin Milletvekilleri, iktidarın kendi içinde nasıl kenetlendiğini görmekten bile acizler. Başbakan, Ana Muhalefet Partisi’nin Başkanı ile adeta alay ediyor. Bütün hatalarına rağmen, muhalefetin eleştirilerine zerre kadar kulak asmıyor. Çünkü, onların kendi içinde nasıl bir didişme içinde olduklarını çok iyi görüyor. Öteki Muhalefet Partisi MHP’ninse, muhalefet partisi mi yoksa iktidarın destekçisi mi olduğu pek anlaşılamıyor. O sebeple, bu partinin liderinin iktidara karşı çıkışları, hiç de inandırıcı gelmiyor. Bilinenlerin, bu kısa tekrarından sonra olayların siyasi tarafını bırakıp, şimdi magazinleşen ancak can sıkan ve “Bu ne biçim memleket?” dedirten bir-iki olaya bakalım. Diyarbakır, “Özerk” Olmuş Bile ! Muhalefet Partilerinin Belediyelerine göz açtırmayan ve beş kuruşun hesabını soran iktidar, bölücü partiden seçilen Diyarbakır Belediye Başkanı’na hesap sormak bir yana, en küçük bir eleştiri bile getiremiyor. Yıllardan beri bölücüler için çalışan, defalarca Savcılık soruşturmasına uğrayan ve mali denetime tabi tutulup kusurlu bulunan Başkan, sorgulanamıyor, yargılanamıyor. Açığa alınamıyor, devlete meydan okuyup, görevine devam ediyor. Son olarak Mülkiye Müfettişleri yaptıkları denetimde, Başkanın tam bir milyon lirayı (eski söylemle bir trilyon lirayı) usulsüz biçimde sarf ettiği ve kafasına göre istediği yerlere bağış yaptığı rapor edilmesine rağmen, Başkan göğsünü gere gere görevine devam ediyor. Demek ki, Diyarbakır “özerk” olmuş da, biz farkında olamamışız. “Bu ne biçim memleket?” Değil mi? Atatürk’ün Torunlarının(!) Yaptığına Bakın! Atatürk, Latife Hanım’la tam 2 yıl 6 ay 9 gün evli kaldı, çocukları olmadı. Çocuğu olmayanın, torunu da olmaz. Ama, Atatürk’ün iki torunu var. Şöyle ki; Atatürk, annesinin yardımcısı olan kadının henüz yürümeye başlayan kızını manevi evlat edinip, adını Ülkü koydu ve yanına aldı. Ülkü, 7 yaşına geldiğinde, henüz okula başlayamadan Atatürk öldü. Küçük Ülkü, manevi babasının kimi olduğunu tanımadan, onu kaybetti. Büyüdü ve ne zaman ki, onun kim olduğunu anladı, işler değişti. O kadar ki, bu hanım Atatürk’le sanki 30-40 sene birlikte yaşamış gibi, onu anlatmaya, daha doğrusu hayal kurup insanları kandırmaya başladı. İki defa evlenen bu hanımın tahsili ve iyi şartlarda yaşaması için Atatürk, kurduğu İş Bankası’ndaki mirasından ona da pay bıraktı. İyi bir miktar olan bu pay, ona ömrü boyunca ödendi. Ne var ki, geçen yıl bir trafik kazasında hayatını kaybeden Ülkü Hanım’ın ilk evliliğinden olan iki oğlu şimdi ortaya çıkıp, İş Bankası’ndan ve Atatürk’ün mirasçısı CHP’den anneleri adına yine para istiyorlar. Ne kadar mı? Tam, bir milyar sekiz yüz milyon lira (eski söylemle bir katrilyon sekiz yüz trilyon lira) Böyle saçmalayanlara eskiden, “Anan güzel mi?” denirdi. Bense, “Bu ne biçim memleket?” diyorum ve ekliyorum. Atatürk eğer, kurucusu olduğu CHP’nin 1950 den beri geçen 63 senede, bir defa olsun tek başına iktidar olamayacağını bilseydi, inanın ona da mirasından tek kuruş bırakmazdı. Zübeyde Hanım, Atatürk’ün Annesi Değil mi? Atatürk’ün annesi Zübeyde Hanım 66 yaşında iken, 15 Ocak 1923 günü İzmir’de vefat etti. O sırada, Cumhuriyet’i kurma telaşında olan Atatürk, annesinin cenazesine bile gidemedi. Cenaze, Karşıyaka’da özel bir alanda toprağa verildi. Her ne hikmetse, 1940 yılında değiştirilen mezar taşına, bütün mezar taşlarında yazılı olan “Ruhuna Fatiha” ibaresi yazılmadı. Bu durum sonradan düzeltildi, ama sebebi bilinemedi. Ne var ki, kadıncağız mezarında bile rahat bırakılmadı. Atatürk düşmanları, oğluna olan öfkesinden, kadının namusuna bile dil uzattılar. Onun kurduğu Meclise Milletvekili olarak giren bir meczup, bu kadının Genelevde çalıştığını, Atatürk’ün de bu sebeple “veled-i zina” (zina mahsulü) olduğunu söyledi. Şimdi de, başka bir meczup televizyona çıkıp, Zübeyde Hanım’ın Atatürk’ün annesi değil, halası olduğunu iddia ediyor. Yani, büyük kurtarıcının babasından sonra, anasının da belli olmadığını söylemek istiyorlar. Biz de, seyrediyoruz. “Bu ne biçim memleket?” Değil mi? *** Necdet Menzir’i, Rahmetle Anıyorum. Necdet Menzir, İstanbul Milli Eğitim Müdürü olmamdan 3 ay önce, İstanbul Emniyet Müdürü olmuştu. Göreve başladığım ilk gün odama girdiğimde, masamın önünde onun çiçeğini gördüm. Görevimiz gereği sürekli bir araya gelmiş ve onunla iyi bir dost olmuştuk. Cumhurbaşkanı, okul açılışları için sık sık İstanbul’a geldiği için, Cumhurbaşkanı’nı onunla birlikte karşılıyorduk.. Onun makam aracı zırhlıydı ve çok sayıda koruması vardı. Bense, devlet tahsis ettiği halde benzin sarfiyatı fazla diye Mercedes’i değil, bir yerli aracı kullanıyordum. Aracım zırhlı olmadığı gibi, tek bir korumam da yoktu. Bir gün yine karşılamaya giderken onun aracına bindik. “Size, birkaç koruma vereyim.” Dedi. Kabul etmedim. Ben de ona şaka yollu; “Bu kadar sıkı korunduğuna göre, demek ki hedeftesin. Bir daha senin aracına binmem. Gel, sen benim aracıma bin.” Dedim. O da, bunu kabul etmedi. Fakat, ne onun, ne de benim düşüncem hiç değişmedi. İkimiz de İl Müdürü’ydük, ama o zırhlı arabada, bense hep yerli arabada dolaştım. Oysa, Allah’ın takdir ettiği ecel, ne kadar korunsak da bir gün bizi bulacaktır. Bir dönem Bakanlık da yapan Necdet Menzir’i de buldu ve üç gün önce onu da kaybettik. Değerli okuyucularım, “Bu ne biçim memleket?” Diyoruz da, “Bu ne biçim ecel?” Diyemiyoruz. Sevgili Menzir’in, anılarımda önemli bir yeri var. Kendisini rahmetle yad ediyorum. Mekanı Cennet olsun. |
||
|
||
Etiketler: |
|
Bu modül kullanıcı tarafından yönetilir, ister kod girilir ister iframe ile içerik çekilir. Toplamda kullanıcı 5 modül ekleme hakkına sahiptir, bu modül dahil tüm sağdaki modüller manuel olarak sıralanabilir.