“Velinimet”; “etkisi, yaşadıkça sürecek olan bir iyiliği yapan kimse” demektir. İşte, Kenan Evren ve dört arkadaşı, Türk halkına etkisi yaşadıkça sürecek olan büyük bir iyilik yaptılar. Ama, biz şimdi onu suçlu sandalyesine oturtup, yargılıyoruz. Sene, 1978… Kabataş Erkek Lisesi’nin bahçe kapısından girmek üzereyim. Kulağımın dibinde, iki el silah patlıyor. Hemen arkama dönüp baktığımda, 5 metre kadar yakınımda bir genç, kanlar içinde kıvranıyor. Yaşından ve kıyafetinden öğrenci olduğu belli, ama kurşunların nereden geldiği belli değil. Yoldan geçenler gencin etrafında toplanıyorlar. Herkes, “Hemen hastaneye kaldıralım.” diyor, ama aradan yükselen başka bir ses, “Genç, ölmüş” diyor. Ve, gelen ambulans, gencin ne yazık ki cansız bedenini kaldırıyor. *** Başka bir gün, Esenler Lisesi’ne gidiyorum. Arabam okulun kapısından girer girmez, parkalı ve sakallı iki genç arabanın önüne geçiyor. Şoföre, kim olduğumuzu ve neden geldiğimizi soruyorlar. Şoför, beni işaret edip, “Milli Eğitim Müdürü” diyor. Zorbalardan biri, hemen bana yöneliyor ve “Burayı derhal terk edin.”diyor. Cevap verecek oluyorum, silahını gösteriyor. Şoför, arabayı çevirip, arkasına bakmadan okulu terk ediyor. Sonradan öğreniyoruz ki, bu kişiler öğretmenleri sınıftan çıkarmışlar, dersi kendileri veriyorlar. Öğrencilere her halde, Matematik , Fizik filan öğretmiyorlar. *** Yurt dışına gönderilecek öğretmenlerin sınavı için, bir sabah evden erken çıkıyorum. Aksaray’dan geçerken, yolun kenarındaki çöplükte bir insan cesedi. Gece öldürülüp, çöplüğe atılmış. Oradan başka geçenler de var, ama korkudan kimse cesede yaklaşamıyor. Ve daha neler, neler … TRT’nin siyah-beyaz yayın yapan tek kanallı televizyonu, her akşam Türkiye genelinde teröre kurban gidenleri veriyor. Sabah olunca da, gazetelerde bol bol cinayet manzaralarını görüyoruz, okuyoruz. Resmi makamlar, yurt genelinde günde ortalama 30 kişinin öldürüldüğünü bildiriyor. Çorum’daki mezhep kavgasını, Kahramanmaraş’ta aynı nitelikli kavga takip ediyor. Ve, öldürülen insanları, yıkılan, sönen nice ocakları, yitip giden başka insanların acıları izliyor. Hükümet, sıkıyönetim ilan ediyor, ama değişen bir şey yok. Olaylar, yine tam gaz ! Siyaset, iyice kilitlenmiş. Meclis, 6 aydan beri Cumhurbaşkanı’nı seçemiyor. Siyasi parti liderleri, anlaşmamak için “keçi gibi” direniyor. Askerin uyarılarını, ciddiye alan yok. Başta Polisler ve Öğretmenler olmak üzere, tüm kamu görevlileri “sağcı-solcu” ya da “ülkücü-devrimci” diye ikiye bölünmüş. Onlar da, aralarında çatışıyorlar. Sabah evinden salimen çıkanların, akşam evlerine yine salimen dönüp dönemeyecekleri belli değil. Üst kademelerdeki komutanlara ulaşabilenler, “Daha ne bekliyorsunuz? Yönetime el koyun. Bu kanı, artık durdurun” diye adeta yalvarıyorlar. Aynı şeyi, siyasetçiler de yapıyor. Herkes umutsuz, herkes çaresiz ve herkes korkuyor. Köyde, kentte her yerde, her dakika tam bir “ölüm-kalım” korkusu yaşanıyor. Özetlediğim bu vahim durumu, bugün 45-50 yaşın altındakiler, katiyen bilmezler.
VE, ORDU YÖNETİME EL KOYUYOR ! Ve nihayet, 12 Eylül 1980 Cuma günü gecesi Ordu yönetime el koyuyor. Herkes, ama herkes sevinçli ve mutlu. Hiçbir itiraz yok. Asker, alkışlanıyor. Askeri yönetimin başı Kenan Evren, -çok iyi bilindiği halde- her gün darbenin gerekçelerini anlatıyor. Kenan Paşa, her yerde “baş tacı” Olaylar, bir günde bıçak gibi kesiliyor. Bunu gören kimileri, hem seviniyor, hem de kızıyor ve “Bu darbe, neden gecikti?” diye soruyor. Askeri yönetim, 27 Mayıs 1960 darbesindeki gibi yapmıyor. Sadece, siyasi parti liderlerini kısa bir süre için, adeta tatile gönderiyor. Milletvekillerine ise, hiç dokunulmuyor. EL ÖPENLER, KUYRUKTA Kenan Evren, yurdu dolaşıyor. Gittiği her yerde elleri öpülüyor. Kimi yağcılar, mümkün olsa ayaklarını öpecekler. Bu arada, İstanbul’a da geliyor. İlk uğrak yeri, Milli Eğitim Müdürlüğü’nün tam karşısındaki Gazeteciler Cemiyeti. Karşılamaya, ben de gittim. Çok yakından tanıdığım ve bugün yargılanmasını isteyip, aleyhine yazı yazanlar, ellerini öpmekten başka, Paşanın boynuna da sarılmak istiyorlar, ama izin verilmiyor. O dönemde, Vilayette Genel Sekreterlik yapmıştım. Gerek Kenan Evren, gerekse Milli Güvenlik Konseyi üyeleri İstanbul’a yaptıkları ziyaretlerde, vilayete mutlaka uğruyorlardı. Onların, ülkenin kaostan selamete çıkması için nasıl çırpındıklarını, çok yakından gördüm. Gittikleri her yerde halk, onları yürekten bağrına basarken, kimi çıkarcılar yağcılıktan medet umup, yine çıkarları için çalışıyorlardı. Yurdun her yerinde caddelere, bulvarlara, okullara ve kimi kurumlara Kenan Evren’in adı veriliyor. Kenan Paşa bunu istemiyor, ama yalakalardan kurtulamıyordu. *** Kenan Evren, İlkokulu bitirdikten sonra Ortaokulu, şimdi Kadıköy’deki Fenerbahçe Stadı’nın yanında bulunan Kadıköy Ortaokulu’nda okumuştu. Şimdi lise olan bu okula biz de, Bakanlığın isteği üzerine Kenan Evren’in adını vermiştik. Kenan Paşa’yı hem o zaman, hem daha sonra bir ek binanın açılışında bu okula davet ettim, geldi. Okulu dolaşırken bir ara kulağıma eğilip, “Müdür Bey, adımı veriyorsunuz, ama benden ve senden sonra bu adı kaldırırlar.” demişti. Ben de, hiç tereddüt etmeden, “Olmaz öyle bir şey paşam.” demiştim. Ama, oldu. O yağcılar, adını önce Adana’daki bulvardan kaldırmakla işe başladılar ve okullarla devam ettiler. Bu arada, Kadıköy Kenan Evren Lisesi’ndeki adı da kaldırıldı ve okulun adı İstanbul Lisesi yapıldı.
GELELİM, İŞKENCE İDDİALARINA Üç yıl süren 12 Eylül döneminde, başta İstanbul Selimiye’de, Ankara Mamak’ta ve Diyarbakır’da olmak üzere kimi yerlerde Sıkıyönetim Askeri Mahkemeleri kuruldu. Sokakları kana bulayan teröristler bir bir yakalanıp, bu mahkemelerde yargılandılar. Bu sırada, çeşitli ihbarlara bakılıp, haksız tutuklananlar, yargılananlar ve ceza alanlar da oldu. Ayrıca, tutukluluk süresince işkenceye ve kötü muameleye maruz kalanlar da oldu. Şurası iyi bilinmeli ki, darbeyi yapanların “Şunları tutuklayın, bunları bırakın” gibi, hiçbir talimatları olmadı. “Tutuklulara işkence yapın.” diye emirleri ise, hiç olmadı. Bunu ben değil, bugün Kenan Evren’in yargılanmasını isteyenler de söylüyorlar ve yazıyorlar. İşkenceyi yapanlar, o dönemde kraldan kralcı davranıp, kendilerince hüküm kuranlardır. Darbeden önce 5000 den fazla vatandaşımız, sudan sebeplerle anarşinin kurbanı olmuş ve hayatlarını kaybetmişlerdi.
Darbeden sonra, sadece 47 kişi idam edilmişti. Bu 5000 den fazla insanı, herhalde bu 47 kişi öldürmemişti. O halde, ceza vermede ileri gidilmemiş, haksızlık yapılmamış, sadece kimi “kraldan kralcılar” keyfi işkence ile bu haksızlığı ve zulmü yapmışlardır. İşte, bir hesap sorulacaksa, o hesap bu işkencecilere sorulmalıdır.
ÜÇ YILDA, DEMOKRASİYE GEÇİLDİ Kenan Paşa ve arkadaşlarının yaptırdığı Anayasa, halkımızın % 92 gibi ezici bir çoğunluğu ile kabul edildi. Onlar da sözlerini tutup, üç yılda ülkeyi demokrasiye geçirdiler. Ülkemiz, kimi değişikliklere rağmen, yaklaşık 30 yıldan beri bu Anayasa’yla yönetiliyor. Şimdiki iktidar mensupları dahil, bugün Kenan Evren’in yargılanmasını isteyenlerin aklı, 30 seneden beri acaba neredeydi? Suçu işleyene, mutlaka bunun hesabı sorulmalıdır. Darbe yapmak isteyene de. Eğer doğruysa, tıpkı bugün Balyoz Davası’nda olduğu gibi. Ama, 32 sene evvel ülkeyi düze çıkaran, akan kanı durduran, bugün hayatta kalmamızı sağlayan insanlara, neyin hesabını soruyoruz? Üstelik, o günlerde onların ellerini öperken, onlara yalvarırken ve onları alkışlarken, bu gün bu ne demek oluyor? 12 Eylül’ü yapan Komutanları ne Şili’nin diktatörüne, ne de Yunanlı Cuntacı Albaylara asla benzetemeyiz. Hatta, 27 Mayıs 1960 darbesini yapanlara da. Minnet duymamız gereken 90-95 yaşına gelmiş iki değerli askere, bu yapılanların hiç biri doğru değil. Şimdi bağırıp, çağıranlara siz bakmayın. Halkımızın büyük çoğunluğu, özellikle o günleri yaşayanlar bu vefasızlığı yapmıyorlar ve o insanlara minnet duymaya devam ediyorlar. Kenan Evren Paşa; “Ölseydim de, bugünleri görmeseydim.” demekte çok haklı. “Velinimet” Türkçemizde, “etkisi yaşadıkça sürecek olan bir iyiliği yapan kimse” demektir. Kenan Evren, halkımıza işte bu iyiliği yaptı. Hem de, etkisi yaşadığımız sürece kaybolmayacak bir iyilikti bu. Bunun aksi ise, “nankörlük” tür.
Engelliler Büyük Konseri, 6 Mayıs’ta Okurlarımın hatırlayacağı üzere 2 Mart 2012 günlü yazımda, Saray Belediyesi’nin himayesindeki “Engelli hemşerilerimiz” için, 25 Mart günü büyük bir Türk Müziği Konseri düzenleneceğini ve konsere TRT’nin tanınmış ses ve saz sanatçılarının katılacağını yazmıştım. Daha iyi hazırlanabilmek için tehir edilen konser, 6 Mayıs 2012 Pazar günü Saat 14.30 da, Belediye Kültür ve Sanat Merkezi’nde yapılacak. Hem Belediye’nin (Kent Konseyi’nin), hem de Esnaf ve Sanatkarlar Kefalet Kooperatifi ve Esnaf Odası’nın desteği ile gerçekleştirilecek olan konserde, TRT’nin sazları eşliğinde, Mustafa Sağyaşar, Sanatçı kızı Ayşe Sağyaşar, Melihat Gülses, Necmettin Yıldırım, Serhat Sarpel, Salih Demirci ve Bahçeşehir Musiki Cemiyeti Başkanı TRT Sanatçısı Cengizhan Sönmez ile ses sanatçıları ve cemiyetin üyesi değerli hemşerimiz Eczacı Kadri Emir sahne alacaklar. Mustafa Yolaşan’ın sunacağı Konser, Hıdrellez Günü’ne rastladığı için hemşerilerimiz böylece hem baharın, hem de konserin keyfini çıkarma imkanı bulacaklar. Organizasyona destek veren Belediye’ye, Esnaf Kooperatifi ve Esnaf Odası ile değerli sanatçılarımıza ve de emeği geçen herkese, şimdiden teşekkür ediyoruz. |