Son yıllarda, Allah’tan korkmayanların marifetleri, insanları korkutuyor ve ürkütüyor. Esas ürkütense, devleti yönetenlerin bu korkusuzlarla iş birliği yaptığı iddiaları. Hikaye, iyi bildiğiniz bir hikaye.
“Allah korkusu”, Allah sevgisini bütünler. Gerçek müminler, Allah’ı sevdiği ve ona inandıkları için Allah’tan korkarlar. Sahteciler, yani “Münafık” derdiğimiz “İkiyüzlü”lerse, Allah’ı sever gibi görünürler, ama o sevgi onlarda yoktur. İnanç da yoktur. O sebeple, Allahtan korkmazlar. İşte, onlardan korkmak lazımdır. Yüce yaradan Kur’an-ı Kerim’de , “Yalnız benden korkun. (Bakara/40, İnsanlardan korkmayın, benden korkun. (Maide 44), Eğer iman etmişseniz onlardan değil, benden korkun. (Al-i İmran 175)” buyuruyor. Bu konuyu ele almamın sebebine gelince, günümüzde öteden beri kimi çevrelerce “din ve onun koyucusu yüce Yaradan”, salt bir takım çıkarlar uğruna sadece bir araç olarak kullanılmak isteniyor ve kullanılıyor. En başta siyaset, onun üstüne kuruluyor. Din’in kabul ettiği bütün yüce değerler, adamakıllı sömürülüyor. Bu çevreler yüce Yaradan’ı insanlara, sevgiyle değil korkuyla anlatarak, çıkar gözeten amaçlarına daha kolay ulaştıklarını görüyorlar. Ne var ki onlar bunu yaparken, samimi olmadıkları konusunda hemen açık veriyor, birer “sahtekar” oldukları hemen ortaya çıkıyor. Buraya kadar iyi de işin kötü tarafı, kimi saf insanlarımızın bu sahtekarları fark etmemesi ya da iş işten geçtikten sonra anlaması ve tanımasıdır.
ALLAH’TAN KORKMAYANLARIN MASKESİ, “DENİZ FENERİ” Şu inançsızlığa, şu sahteciliğe bakınız. Bir televizyon kanalının kurucusu ve daha sonra RTÜK Başkanı olan ortağı, “Deniz Feneri” adını vererek (ne demekse) bir yardım derneği kuruyorlar. Sözüm ona amaçları, varlıklı insanlardan ya da yardım severlerden topladıklarını fakirlere verecekler ve din ve Allah adına onları yoksulluktan ve sefaletten kurtaracaklar. Devleti yönetenlerden izinler alınıyor, dernek kuruluyor ve bu televizyon kanalı kullanılarak, hamasi laflarla halk inandırılıp, yardımlar toplanmaya başlıyor. Özellikle Ramazan ayları yoğunluklu olmak üzere, erzak, ev ve giyim eşyaları bu perişan insanlara, gecekondu türü evlerinde veriliyor. Başına bir de kasket takan iki kişiden biri rolünü öyle güzel oynuyor ki, yardım dağıtırken ağlamaklı oluyor ve insanı ağlatıyor.
TÜRKİYE DAR GELİNCE, GELSİN ALMANYA Yurt çapında sürdürdükleri bu soygun yerine oturunca, sıra yurt dışına geliyor. Ve, vatandaşlarımızın en yoğun yaşadığı Almanya’ya el atılıyor. Burada da, “yardım” adı altında çok büyük paralar toplanıyor. Soygun ortaya çıkınca, Alman makamlarının tespitine göre, 40 milyon Euro’nun üstünde bir paranın toplandığı anlaşılıyor. Bu sahtekarlar, muhtaçlara yaptıkları göstermelik çok küçük bazı yardımlardan sonra, bu paraları çıtır çıtır yerken, bir kısmıyla da bir gemi satın alıyorlar. Alman makamları, bu düzenbazların, vicdanlarında zerre kadar “Allah korkusu” olmayan bu şeytanların yakasına yapışıyor. Almanya’da yakaladıklarını içeri tıkıp yargılıyor ve hapse mahkum ediyor. Ancak, Türkiye’de yaşayanları ve esas malı götürenleri tutamıyor, yargılayamıyor, hatta ifadelerini bile alamıyor. Çünkü onlar, “Bizim suçumuz yok.” deyip, gidip ifade vermiyorlar. Çünkü, suçlarını örtemiyorlar. Bunun üzerine Alman makamları, “Bu adamların dosyalarını alın, onları siz yargılayın.” deyip, bütün belgeleri gönderdikleri halde, uzun zamandan beri burada da mahkemeleri bir türlü yapılmıyor. Durum böyle olunca, bu sahtecilerin ülkeyi yöneten siyasi iktidar tarafından korunduğu, kollandığı anlaşılıyor. Sadece korundukları değil, ülkeyi yönetenlerin bu vurguna ortak oldukları bile söylenip, duruyor.
BU KAMBUR, DAHA FAZLA TAŞINMAZ Siyasi iktidar geçtiğimiz günlerde, daha fazla taşıyamadığı bu yükü üzerinden atmak istiyor ve bu sahtecileri tutuklatıyor. Gelen haberlere bakılırsa, bu sahteciler Ergenekon ya da Balyoz sanıkları ya da diğer adli sanıklar gibi değil, koruyucu özel muameleye tabi tutuluyorlar. Bu davanın sonucunu, en fazla merak edenlerden biri de benim. Çünkü, yargıyı eline geçiren siyasi iktidar isterse bu sahtecileri pekala kurtarabilir. Yani, kısa bir tutukluluktan sonra serbest kalıp tutuksuz yargılanabilirler. Ya da küçük cezalarla, bulaştıkları bu pislikten sıyırabilirler. Veya, kamuoyunu tatmin etmek için hak ettikleri cezalar verilip, cezaları ertelenebilir. Sözün kısası, onların bu işten en hafif zararla kurtulması için gereken her şey yapılabilir. Sonra, bunun adına da “adalet” ya da “adil yargılama” denilebilir.
SADECE “DENİZ FENERİ” Mİ? Türkiye’de bu tür sahtecilikleri ve soygunları sadece “Deniz Feneri” mi yapıyor? Tabii ki, hayır. Başta din duyguları kullanılmak üzere, halk öylesine sömürülüyor ki. İşin kötü tarafı, bu sömürü işini bizatihi devlet organları da yapabiliyor. Yani, devletin gücü kullanılarak bazı kişi ve kurumlar halkı diledikleri gibi soyabiliyorlar. Sömürünün çok yaygın hale gelmesi üzerine, Turgut Özal’ın iktidarı döneminde 2860 numaralı bir “Yardım Toplama Kanunu” çıkarıldı. Yardım toplamalar böylece izine bağlandı ve kimlerin, nasıl yardım toplayabilecekleri kanun hükümleri haline getirildi. Ne var ki, değişen fazlaca bir şey olmadı. Yetkili makamları ikna edip, yardım toplayanların sayısında hiçbir azalma olmadı. Aksine, bu sömürü artarak devam etti ve ediyor. Bu işe bulaşanların, yani şahsi çıkarları için halkı sömürenlerin Allah’tan korkmadıkları ortada. Bu sahtekarların, yetkililer tarafından denetlenmedikleri de ortada. Ortada olan başka bir durum varsa o da, devleti yönetenlerin de bu sahtecilerle ortak olduğu izlenimlerinin ortaya çıkması. İşte o sebeple, Deniz Feneri vurgunu ya da soygununun adli sonucunu merakla bekliyorum. Allah’tan korkmayan bu sahtekarlardan korkmak lazım geldiğini, herkes bilmelidir. Yüce yaradan, Bakara, Maide ve Al-i İmran Surelerinde her ne kadar “Yalnız benden korkun” dese de, Allahtan korkmayan bu sahtekarlardan da korkmak lazım. Başa dönersek. “Korkun Allah’tan korkmayanlardan.”
|