Ankaralı hacı bayram veli, sultan 11. Murat'ın saygı duyduğu bir manevi önderdi. Hükümdar'ın hacı bayram'a saygısı o derece çoktu ki, onun müritlerinden vergi almıyordu. Ama ne var ki, bütün ankara halkı veli'nin müridi olduğunu iddia ediyordu! Ankara'da kimden vergi istense "ben hacı bayram'ın müridiyim" deyip işin içinden sıyrılıyordu. Bunu öğrenen hükümdar, hacı bayram'a mektup gönderir. "Gerçek müritlerinizin sayısını bana bildiriniz. Müritlerinizden vergi alınmayacak" der. Hacı bayram, devletine saygılı bir bilge kişiydi. Kendisine bağlılığın kötüye kullanılışından da şikayetçiydi. Sultanın mektubunu fırsat bilerek, müritlik iddiasındaki herkese "falan gün, falan yerde toplanın" diye haber saldı. O gün ankara halkı, şeyhlerinin davetine uyarak bildirilen yere akın ettiler. Hacı bayram, bir tepeciğin üzerini kurduğu kıl çadırından çıkarak kalabalığa sordu: - Beni seviyor musunuz ? - Elbette seviyoruz ! - Bana yürekten bağlı mısınız ? - Canımız, kanımız senin yoluna feda olsun ! (Hani, günümüzde deniyor ya, " başkan seninle ölüme de gideriz ") - Bu gün bana inananları şu çadırın içinde bir bir kurban edip, cennete göndereceğim. şimdi bir kişi çıksın. Kalabalıktan bir kişi çıktı. Hacı bayram, onu çadıra aldı. Çadırda önceden hazırlattığı koyunlardan birini kestirerek, kanını dışarı akıttırdı. Dışarıdakiler, adamın gerçekten kurban edildiğini sanarak ürperdi. Hacı bayram dışarı çıktı. "bir kişi daha gelsin" dedi. Bir adam daha çıktı. Onu da çadıra alıp aynı işlemi yaptı. Sonra dışarı çıktı, bir kişi daha istedi. İşin şakaya gelir yanı yoktu. Giden gelmiyordu. Bu defa bir şaşkınlık ve duraksama görüldü. Yine de bir kadın öne çıktı. Hacı bayram onu da çadıra aldı. Aynı görüntü tekrarlandı. Dördüncü davette tek kişi çıkmadı. Hacı Bayram, Sultan Murat'a şu cevabı verdi. "Sultanım, vergiden bağışlamak üzere müritlerimi sormuştunuz. Benim gerçek müritlerim iki er kişi ile bir hatun kişiden ibaret üç kişidir" Alacağımız "ibret"e gelince. Çıkarı için 'şöyle-böyle' davranan insanlara alıştık da, onları süzgeçten geçiren süreç neden işlemiyor? Yoksa sistem 'şöyle-böyle' mi üretiyor ? Zamanın açığa vurmadığı sır kalmaz. Kaynak: Ders Alınacak Hikayeler Kalın Sağlıcakla.
ŞU KOCA TASLA
Nasreddin Hoca , yeni öğrencilerine [mollalarına] dünya ve ahireti genel anlamı ile anlatmaya, kavratmaya çalışmış. "Ahiret hayatımızın tarlası dünya hayatımızdır. Burada kazanırken usulüne uyarsak orada da biriktirmiş oluruz. Herkes önceden, buradan ne gönderdi ise orada karşılığını bulur. Hiç bir işimiz, amelimiz karşılıksız kalmaz.vs." diye anlatmış. Bakmış mollalarda gevşeklik ve uyku hali var. Vakitte öğle yemeği vakti : - "Haydi çocuklar, ders tamam. Namazımızı kılar kılmaz hep beraber bizim eve etli pilav ve yoğurt yemeye gidelim" demiş. Hocanın evine gelmiş, salona doluşmuşlar. Hoca içeriye, Karısına seslenmiş; - "Hatun hep beraber etli pilav ve yoğurt yemeye geldik." İçerden Karısı : - "Aman efendi, Evde o kadar ne pirinç, ne et, ne yağ ne de yoğurt var. Hatta o kadar yemeği pişirebilmek için odun bile yok." diye seslenmiş. Hoca içeri gitmiş. Eline koca bir kazan, bir kepçe, koca bir tepsi, büyük bir yoğurt bakracı ve bir sürü kaşık alarak salona gelmiş. - "Kusura bakmayın çocuklar" demiş. "Eve yeteri kadar et, pirinç , yağ, süt ve odun getirebilmiş olsaydım, şu koca kazanla pişirip , bunlarla da sizlere ikram edebilecektim" ! ...
|