Günümüz gençleri, tarih boyunca karşılaşılan birçok zorluktan daha fazlasını deneyimliyor. Küresel ekonomik dalgalanmalar, düşük ücretli işler, gelecek kaygısı ve toplumsal baskılar gençlerin umutlarını törpüleyen başlıca unsurlar arasında yer alıyor. Peki, gençleri umutsuzluğa sürükleyen bu faktörler nelerdir ve çözüm için neler yapılabilir?
Ekonomik belirsizlikler, gençlerin en büyük problemlerinden biri haline gelmiş durumda. Artan enflasyon, düşük alım gücü ve gelir dağılımındaki eşitsizlik, geleceğe umutla bakmayı zorlaştırıyor. Eğitim hayatı boyunca büyük emek harcayan birçok genç, mezun olduktan sonra mesleğine uygun bir iş bulmak yerine marketlerde ya da düşük maaşlı işlerde çalışmak zorunda kalıyor. "Geleceğini garanti altına almak" kavramı, geçmiş nesillere kıyasla günümüz gençleri için daha belirsiz bir hale gelmiş durumda. Meslek sahibi olmak artık bir güvence anlamına gelmiyor. Üniversite diploması her zaman iş hayatında avantaj sağlamazken, birçok genç emeğinin karşılığını alamamanın hayal kırıklığını yaşıyor. Bu durum, sadece bireysel mutluluğu değil, sosyal yaşamı ve psikolojik iyi oluşu da olumsuz etkiliyor.
Bununla birlikte, ekonomik zorluklarla birleşen gelecek kaygısı psikolojik olarak büyük bir yük oluşturuyor. Çalıştıkları işlerin maaşlarının yetersiz olması, kiralarını ve temel ihtiyaçlarını karşılamakta zorlanmalarına neden oluyor. Gelecek kaygısı, "Kendi ayaklarının üzerinde durma" düşüncesini bir özgüven meselesinden çok, bir hayatta kalma mücadelesine dönüştürüyor. Ayrıca, sosyal medyanın etkisiyle gençler sürekli başkalarıyla kıyaslama içinde. Başkalarının başarı hikâyeleri, "Neden ben de böyle değilim?" sorgulamalarını artırıyor. Bu da özgüven kaybı ve tatminsizlik duygusunu körüklüyor. Psikolojik yorgunluk ve tükenmişlik sendromu gençler arasında yaygınlaşırken, umutsuzluk duygusu daha da derinleşiyor.
Toplumun ve ailelerin gençlerden beklentileri zaman zaman gerçekçi olmayan seviyelere çıkabiliyor. “İyi bir meslek sahibi ol, kendi evini al, düzenli bir yaşam kur” gibi kalıplar, ekonomik gerçeklerle örtüşmediğinde baskıyı artırıyor. Kendi yollarını çizmek isteyen gençler, geleneksel beklentilerle modern dünyanın sunduğu farklı olanaklar arasında sıkışıp kalıyor. Toplumsal cinsiyet rolleri, sosyal normlar ve belirli mesleklerin yüceltilmesi gibi unsurlar, özgür kararlar almayı zorlaştırıyor. “Geleceğini garanti altına almak” düşüncesi, bireysel ilgi alanlarını ve yetenekleri gölgede bırakıyor.
Gençlerin umutsuzluğunun temelinde işsizlikten çok, emeğinin karşılığını alamamak ve geleceklerini inşa edecek ekonomik ve sosyal koşullara sahip olamamak yatıyor. Bireysel çabalar ne kadar yüksek olursa olsun, ekonomik sistemin sunduğu imkanlar sınırlı olduğunda gençlerin umudunu yeniden kazanması zorlaşıyor. Umutsuzluk, gençlerin enerjisini ve potansiyelini tüketen bir faktör. Ancak bireysel ve toplumsal çabalarla bu olumsuz tablo değiştirilebilir. Gençlerin umudu, sadece onların değil, toplumun ve geleceğin umududur. Dolayısıyla bu soruna kayıtsız kalmak yerine, birlikte çözüm üretmek hepimizin sorumluluğudur.