Yeni Türk devletinin ve Türkiye Cumhuriyeti’nin Din İşleri Teşkilatı, bir asra yaklaşan bir zamanda kuruluş amacına acaba ulaştı mı? Yoksa, kendisine tevdi edilen emaneti, kötüye mi kullandı? Azıcık irdeleyelim.
Bu irdelemeyi, bir gazete yazarı gibi değil, dinine bilinçli olarak bağlı ve bu teşkilatın gerekliliğine inanan bir Müslüman olarak yapmak istiyorum.
Osmanlı hükümetlerinde Şer’iye ve Evkaf Vekaleti olarak görev yapan ve dini konularda halkı aydınlatmak ve mabetleri (ibadet yerlerini) yönetmekle görevli olan bu Vekaletin (Bakanlığın) kaldırılmasından sonra, aynı görev yine bu maksatla kurulan bu teşkilata verildi. Konu ile Atatürk bizzat ilgilendi.
Sözlük anlamıyla, “Din kuralları ve bunlara tam uyma, bağlı olma durumu” olarak ifade edilen Diyanet’in, Başkanlarla yönetilen teşkilatı, geçen bir asra yakın süre içinde dini konularda halkın aydınlatılmasına büyük katkıda bulundu. Mabetlerin inşa ve ihyasında önemli işler yaptı. Din adamlarının yetişmesinde büyük gayreti oldu. Geçen bu süre içinde, değişik aralıklarla seçilen Başkanlar görevlerini takva bilinci içinde, başarıyla ve tarafsızlıkla yaptılar.
Ne var ki, halkın benimsediği, inandığı, güvendiği bu teşkilat, son yıllarda sıkça olarak eleştirilere uğradı. Başta, kimi Başkanlarının lüks ve pahalı araba sevdası, teşkilatın akademik kurulunun (Bilim Kurulu/Din İşleri Yüksek Kurulu’nun) saçma ve çirkin fetvaları, bu kurumu halkın gözünden düşürme noktasına getirdi.
O kadar ki, kimi vatandaşlarımız teşkilatı kast ederek, “Diyanet mi, Hıyanet mi?” deme noktasına geldiler.
MESELA NELER OLDU?
Buradaki “hıyanet” sözcüğü, bir “hainlik” anlamında kullanılmamıştır. Sözcük; tamamen, “Emaneti kötüye kullanmak, güveni kötüye kullanmak” anlamını taşıyor. İngilizler buna, aynı anlamı yükleyerek “Betrayal” diyorlar.
Teşkilattaki ilk yanlış uygulamalar, kendilerine tahsis edilen bütçenin savurgan bir biçimde harcanması olarak ortaya çıktı. Kimi yıllarda 8, kimi yıllarda 10 Bakanlığın bütçesinden daha yüksek bir bütçeye sahip olan Diyanet İşleri Başkanlığı’nın, bu bütçeyi amacının dışına çıkarak savurgan bir biçimde kullandığı öteden beri söylendi yazıldı, çizildi.
Oysa, teşkilatın din görevlilerinin maaş ve ödenekleriyle, müteferrik harcamalardan başkaca harcayacağı bir yer bulunmuyor. Mabetlerin (Camilerin) tamamına yakını halk tarafından yaptırıldığına ve onarıldığına, bunların günlük harcamaları için belli günlerde halktan sürekli yardım toplandığına göre, Diyanetin bütçesi acaba nerede kullanılıyor? Diye halkın sürekli kafasında soru işaretleri beliriyordu? Bu durum, devam ediyor.
Diyanet’in, üstüne üstlük bir de “Diyanet Vakfı” diye bir yan kuruluşu daha var ki, hac ve umre işlerini de yürüten bu kuruluş, adeta para basıyordu.
İSRAF, HARAM DEĞİL Mİ? FAİZ, HARAM DEĞİL Mİ?
Elbette haram. Her ikisi hakkında, yani “Haram” olduklarına dair ayetler var. İlaveten anı konuda ve anlamda, Peygamberimizin de (s.a.v) sahih hadisleri var.
Bir de bakıyoruz, başka makamlarda çok düşük fiyatlı makam araçları kullanılırken, Diyanet İşleri Başkanı’mız milyonluk, lüks ve zırhlı (korumalı) araç kullanıyor.
Diyanet’in hesapları denetleniyor. Bir de bakıyoruz Diyanet, yüzbinlerle ifade edilen Banka faizleri almış ve kullanmış. Bir halk sözünde olduğu gibi, tıpkı ölüye telkin (talkın) veren İmamın, salkımı yutması gibi…
RAKAMLARLA DİYANET
Gelen son bilgiye göre, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın 2016 bütçesi, halkın sağlığı için para harcayan Sağlık Bakanlığı’nın bütçesinin de sollayıp geçmiş.
2017 yılında, Diyanet’e 4 milyar 368 milyon lira ödenek ayrılmış. Başkanlıksa, ilk 7 ayda bu paranın 4.2 milyar lirasını harcamış bile.
Sağlık, Bilim, Kültür, Ekonomi ve kimi Bakanlıkların harcamaları toplamı bile, bu rakama ulaşamıyor.
DİYANET’E, BİR TEKLİF
Bu kadar büyük bir bütçeye ve Vakıfa sahip olan Diyanet’in, Din görevlilerini zorlayarak Camilerde halktan yardım toplamaktan artık vazgeçmesi öneriliyor.
Kimi din görevlilerinin, bu isteği zoraki yerine getirdiklerini, mabetlerin ihtiyaçlarının da, öteki kamu kurumlarında olduğu gibi, devlet tarafından karşılanmasını ısrarla istiyorlar.
Kimi çevrelerce “Din istismarı” olarak yorumlanan bu durumun, tez zamanda ortadan kaldırılması, hemen herkesin ortak dileği ve düşüncesidir.
Tekrar başa dönersek, burada kullanılan “Hıyanet” sözcüğünün, bir “Hainlik” olarak algılanmaması, sözcüğün emanetin kötüye kullanılması anlamında ele alındığının bilinmesi maksadına yöneliktir.
Değerli okuyucularım; amacımız sadece üzüm yemektir. Üzümcüyü yermek ya da dövmek gibi bir niyetimiz yoktur.
Yüce dinimizin, yüce Yaradan’ın ve onun elçisinin buyrukları yönünde sürekli ihyasını, yücelmesini ve korunmasını dileriz.
Diyanet’in de, bunu böyle algılamasını isteriz.