Yüce Yaradan, bize böyle bir din göndermedi. Çünkü, İslam Dini’ni tanınamaz hale getirdiler. Gerçek dindarlar, çok büyük üzüntü içindeler. Allah, bizi affetsin!
Değerli okuyucularım; İlkokul 4’ncü ve 5’nci sınıfta iken zorunlu olarak Din Dersi okumuş, iyi insan olmanın birinci şartının, iyi bir Müslüman olmakla mümkün olacağını bize öğretmişlerdi.
Ölüm Ötesi’nin, iyi bir din öğretisi ve uygulaması ile insanları ancak mutlu ve huzurlu kılacağını öğrenmiş ve bu hususun insanın dünyadaki bir yaşam biçimi olması gerektiğini de çok iyi anlamıştık.
Zamanla gördük ki, bize bu yolda öğreti ve telkinde bulunanların kendileri, anlattıkları ve öğrettikleri gibi davranmıyorlardı.
Yaşımız ilerledikçe, bu durumun daha da belirgin bir hal aldığını ve dini meselelerde kimi insanların söylemleriyle eylemlerinin farklı olduklarını görmeye başladık.
DİN, SİYASETE SOKULUYOR!
Ve zaman ilerledikçe, İslam Dini’nin bir siyaset aracı olmaya başladığını, siyasette rol kapmak ve köşe dönmek isteyenlerin devlet katında önemli koltukları ele geçirmek için dini kullanıp, dindar görünmeye çalıştıklarını gördük. Dinimiz, giderek yozlaştırıldı.
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası, başlangıçtan beri din ve dünya işlerinin ayrı tutulmasını yani “laik” bir rejimi öngördüğü ve din işlerinin siyasetten uzak tutulmasını emrettiği halde, o din tacirleri bunu dinlemediler ve halkın bu hassas yönünü kullanarak, kutsal dinimizi siyasi emellerine alet ettiler.
DİN TİCARETİ, MERHUM ERBAKAN’LA BAŞLADI
Filvaki bu ticaret, merhum Adnan Menderes döneminde de çok yapıldı. Akşamları meyhanelerde kafa bulanlar ve haramdan korkmayan o siyasiler, kendilerini halka karşı “dindar” göstermekten hiç çekinmediler.
Nitekim, merhum Necmettin Erbakan, dinin yasak ve haram kıldığı fiillere aldırış etmeden ve laiklik filan dinlemeden ve de kurduğu partiler peş peşe kapatılmalarına rağmen, bu ticaretten ve İslam Dini’ni sömürmekten hiç vazgeçmedi. Dini, siyasette en çok o kullandı.
VE AK PARTİ, ADETA TÜY DİKTİ!
Devran değişti. Adalet ve Kalkınma Partisi kuruldu. Dini tamamen referans alan bu parti, Adaleti de kalkınmayı da bir tarafa bırakıp, dinin kutsallarını sömürdükçe sömürdü. Yapılanlar, tamamen dünyevi çıkarlar içindi.
Bu dönemde, Allah’ın gücüne giden eylemler gördük, söylemler işittik. Biri kalkıp, “Benim liderim Allah’ın bütün vasıflarını taşıyor.” diyerek, günahların en büyüğünü işledi ve Allah’a şirk koşmaktan korkmadı, çekinmedi, utanmadı.
Kur’an-ı Kerim’le, siyasi miting sahnesine çıkıldı. Kendileri gibi düşünmeyenlerin, ahretlerinin yanacağını bile söylediler. Her yaptıklarının, Allah’ın emirlerine uygun olduğunu ifade ettiler.
Dini bilgilendirmede tek kaynak ve otorite olan Diyanet İşleri’ni siyasete alet ettiler. Başkanın altına zırhlı ve pahalı araçlar vererek, kendilerine göre hareket etmesini sağladılar. O Başkan ki, dinin emirlerine göre değil, siyasetin buyruklarına göre hareket etmeyi tercih etti. Ve, daha neler neler? İslam, devamlı yozlaştırıldı.
Dinimiz bu değildi, ancak bunu kendilerine anlatmak ve yandaşları uyandırmak, bir türlü mümkün olamadı.
BU NE ÇELİŞKİ?
Devr-i iktidar döneminde, televizyonlardaki dini yayınların yanında, Evlilik Programları gibi fuhşu tetikleyen ve cinsel malzemeler pazarlayarak ahlaka ket kuran nice yayınlar ve pazarlamalar yapıldı ve yapılıyor. Bu çelişkiye karşın, hiç kimsenin gıkının çıkmasına izin verilmiyor.
Çünkü, maddi ve siyasi kazanç, her şeyin önüne geçiyordu.
İslam Dini “Kesret” değil, “Vahdet” diniydi, yani bölücü değil birleştiriciydi. Ancak, başta FETÖ olmak üzere, yerden ot biter gibi türeyen Cemaatler ve Tarikatlar, bu mübarek dinimizi parçalamaya yetip arttılar bile.
O kadar ileri gittiler ki, birileri kalkıp eski Medreseleri ihya etmek istedi. Ve başlangıç olarak “Fatih Medreseleri Vakfı” adıyla bir Vakıf kurup, bir TV kanalı açtı. Yaptıkları yayınların faydalı taraflarını da gördük, ancak maksat başkaydı.
CEMAATLER KAPIŞIYOR!
Hz. Peygamber (s.a.v) sahih bir hadisinde,; “Allah’a yemin ederim ki, birbirinizi sevmedikçe, imam etmiş olamazsınız. İman etmedikçe de, Cennete giremezsiniz.” diyerek, Müslümanların birbirlerini sevmelerini öğütlerken, Fatih İsmail ağa Cemaatine bağlı iki grup (Kıyam-Der ve Fatih Medreseleri) Kabe’nin önündeki Otelde, -hem de ihramlı iken- kavgaya hazırlıklı olarak karşılaşıyorlar.
Çekilen görüntülere ve kendi beyanlarına göre birlerine sopalarla, bastonlarla saldırıyorlar. Ağza alınmayacak kadar çirkin küfürler savuruyorlar ve birbirlerinin kafalarını yarıp, kol ve bacaklarını kıracak kadar dövüşüyorlar. Oysa, ihramlı iken bir sineği öldürmek, ağaçtan bir dal, bir yaprak koparmak, saçın bir telini çekip çıkarmak vb. haram sayılmış olmasına rağmen, bunu yapıyorlar.
Sebep, bir çıkar ve üstünlük iddiası. Onlar için Hz. Peygamberin o hadisi ke-enlem yekün, yani “yok” hükmünde.
Ne var ki bu kişiler, yeri geldiğinde bu hadisi hatırlayıp, vaazlarında sık sık tekrar ediyor ve Müslümanlara, bu yönde öğüt veriyorlardı. Ya kendileri?
DİNİMİZ, BU DEĞİL
Eski Bakanlardan Namık Kemal Zeybek, Türklüğü ve İslam’ı çok iyi analiz eden ve anlatan bir bilim adamı sayılır. Kendisini yeni dinledim, şöyle diyordu;
“Öteden beri, Türk halkının % 99’unun Müslüman (İslam Dini’nden) olduğu söylenirdi. Şimdi ise, % 65’inin Müslüman olduğu söyleniyor. Halkın % 35’i ve özellikle gençler, ‘İslam Dini bu ise, biz bu dinden değiliz.’ diyorlar ve oran böylece % 65’e düşüyor.”
Çok ilginç değil mi? Bu durum, muhafazakar olduğunu söyleyen bir partinin iktidarında yaşanıyor.
Değerli okuyucularım, İslam Dini, “İman, İbadet ve Ahlak” üzerine kurulmuştur.(Oturmuştur)
Kötü örnek olup, halkın inancını zayıflattılar. Kötü örnek olup, ibadetten uzaklaştırdılar. Kötü örnek olup, ahlakı yok ettiler.
Mehmet Akif, bunu bir asır önceden görmüş ve demişti ki;. “Ahlak’a yükseklik veren, ne irfan ne de vicdandır. İnsandaki fazilet hissi, Allah korkusundandır.”
O korku, şimdi kimlerde var acaba?