Para için her türlü ahlaksızlığın yapıldığını bilen eskiler, “Çok para, ‘p.z…..’e yakışır” demişler ve boşuna dememişler. En kötü iş, bu iş olduğuna göre, para hırsı toplumun bütün değerlerini yok ediyor. İşte onun kısacık hikayesi.
Devlete ve onun servetine hükmeden Napolyon bile, dünyada en büyük güç olarak gördüğü “para” ya sığınmış ve onu üç kere tekrarlayarak, o meşhur sözünü söylemiş. ”Para, para, para”
Aslında bir “araç” olmaktan öte gitmeyen para, eskiden beri hele günümüzde büsbütün “amaç” olmuş. Herkes onun için çalışıyor, çırpınıyor, kimi meşru yoldan kazanmanın çaresini ararken, kimileri ise daha kolay yolları seçip, onu haksız kazanmanın derdinde.
Konuyu biraz daha derinden düşündüğümüzde, onsuz da hiçbir şey olmuyor. Hele günümüzde. Maddeleşen toplum, hiçbir işte parayı görmeden kılını kıpırdatmıyor. Gerek bireysel, gerekse toplumsal yardımlaşmanın tükendiği bütün toplumlarda, paran yoksa adeta yaşamaya da hakkın yok. İşte, “Sosyal devlet” bu aşamada devreye giriyor ve çaresiz insanlar böylece yaşama tutunabiliyorlar.
ZENGİNLİK VE YOKSULLUK HER YERDE VAR
Dünyanın neresine giderseniz gidin, “zengin”e de, “yoksul”a da rastlarsınız. Bunun iki sebebi var. Birinci sebep, “Herkes eşit ve herkes zengin olamaz.” Eğer olursa, hiç kimse kimsenin derdiyle uğraşmaz. Yani, kimse, kimsenin yüzüne bakmaz. Yardımlaşma biter, hizmet ölür. Aslında sadece bir “araç” olan o para, o zaman hiçbir işte araç olamaz. Çünkü, herkes de vardır.
İkinci sebepse, üretim durur. Parasına güvenip çalışmayan ve böylece üretmeyen bir toplum, bırakın diğer ihtiyaçlarını karşılamayı, karnını bile doyuramaz.
Demek ki, paranın (zenginliğin) eşit dağılmaması gereklidir ve hayati önemi vardır.
ZENGİN YOKSUL ARASINDA DA, “UÇURUM” OLMAMALI
İşte, bütün sorun burada. Paranın belli bir kesimin, başka bir söylemle azınlığın elinde toplanıp, çoğunluğun yoksullukla boğuşması, adaleti ve toplumsal huzuru ortadan kaldırır. Ayrıca, bu iki kesim arasında büyük bir düşmanlık yaratır. Oluşan bu “uçurum”da, kimileri çalışıp çırpındığı halde karnını doyuramazken, kimilerinin yattığı yerden servet edinmesi ve refah içinde yaşaması, o toplumun huzurunu bozar.
Sonucu “Komünizm”e kadar giden sosyalist rejimlerin doğmasının esas nedeni işte budur. 70 yıla yakın bir süre Sovyetler Birliği ve ona bağımlı ülkelerde denenen bu rejimin de adil uygulanmadığı ve o sebeple huzur getirmediği anlaşılınca, 20 yıl önce çöküşüne tanık oluverdik.
KAPİTALİST DÜZEN, SÖMÜRÜYOR
Sovyetler Birliği’nin dolayısıyla “Sosyalist rejim” in çökmesinden sonra, dünyaya artık tam anlamıyla “Kapitalist bir düzen” hakim oldu. Bunun anlamı, “Paran varsa güçlüsün. Kuralı güçlü olan koyar, güçsüze ise uymak düşer.”
Durum böyle olunca, herkes güçlü olmak istiyor ve bunu sağlamak çok kere meşru yoldan mümkün olmayınca, meşru olmayan yola giriliyor. İşte toplumsal yozlaşma, ahlaki çöküntü ve daha ne derseniz deyin, bu sebeple meydana geliyor.
Yıllar önce varlıklı bir dostumla sohbet ederken, bana şöyle demişti. “Size, açık bir şey söyleyeyim. Özellikle bizim memleketimizde meşru yoldan zengin olmak mümkün değil. Çünkü, hiç kimse dürüst yoldan giderek zenginleşmeyi düşünmüyor, çünkü bunu mümkün görmüyor. O zengin gördüklerinizin çoğu ya babadan zenginler, ya da gayri meşru yoldan zengin olmuşlar. Babadan zengin olanların babaları da, şüphen olmasın ki o serveti meşru olmayan yollardan edinmiştir.”
Bu dostuma, “Doğru söylediğinden emin misin?” dediğimde, sözlerini doğrulamak için yemin ettiğini çok iyi hatırlıyorum.
Türkiye’nin eski ve namlı zenginlerinden rahmetli Vehbi Koç’un da sık sık; “Çok laf yalansız, çok mal da haramsız olmaz.” dediğini, çok iyi hatırlıyorum.
ZENGİNLİK, HER ZAMAN MUTLU ETMİYOR
Değerli okuyucularımın, “Herkes zengin olmak ister.” dediklerini duyar gibiyim. Haklılar, ama herkes iyi bilmeli ki, zenginlik mutluluk getirmiyor. Onun şarkısı bile var. “Parayla saadet olmaz.” diye.
Yıllar önce, Romanya Kültür Müsteşarlığı’nın daveti üzerine bu ülkeye gitmiştim. Gurupta, maruf ve çok zengin bir dostumuz da vardı. Çok lüzumsuz yerlere para harcıyordu. Bir gün bana şöyle dedi. “Eşimle bazen oturup, parayı nereye harcayacağımıza dair plan yapıyoruz. Bazen de, harcayacak yer bulamıyoruz.”
Kuşkunuz olmasın ki, kazandığı para zor kazanılan bir para değildi. Ve onlar, bu paranın varlığından artık o kadar mutlu değillerdi. Nitekim, bir süre sonra başka heveslere kapılan bu dostum, eşinden ayrıldı. Aile bölündü, çocukları da mutsuz ve perişan oldular.
Zengin çevreyi çok iyi tanıyan başka bir dostum da, bir gün bana şöyle demişti. “Bazı lüks gece kulüpleri ve restoranlarda yemek yiyen zenginler, daha çok yiyebilmek için tuvalete gidip, parmaklarını boğazlarına sokup yediklerini boşaltıyor ve tekrar yiyorlar.”
Allah, onların iştahlarını bozmasın, ama önce onlara akıl versin.
Biliyorsunuz, son zamanlarda, parasıyla övünen bir kişi daha çıktı. İnşaat yapıp lüks daire pazarlayan ve parasının miktarının da söyleyen bu kişi, televizyonlarda artistlik de yapıyor. Yani, paranın şımarttıklarından biri. Allah, ona da akıl versin.
PARANIZ VARSA, “VAR-YEMEZ” DE OLMAYIN.
Öte yandan, parası olup da, yemeyenler de çok var. Kendi yakın çevrenizde bile bunları görebilirsiniz. Öğle vakti geldiğinde, yanında çalıştırdıkları adam gibi yerken, onlar simit ya da sandviçle karınlarını doyurmaya çalışıyorlar.
Onlara acıyın, ama merhamet etmeyin. Çünkü o gibiler, ne yerler, ne de yedirirler. Eskilerin tabiri ile onlar, derman olur diye “Yaralı bir parmağa bile işemezler.”
Siz, onlardan olmayın, ama zenginin parasıyla da çenenizi yormayın.