Tarih 10 Kasım 1938
Gazi Mustafa Kemal Atatürk ile birlikte yaşadığı Atatürk’ün son saatlerini, Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Hasan Rıza Soyak’ın anlatılanlarından okuyoruz.
Atatürk, Cumhuriyet Bayramı gün ve gecesini çok düşünceli ve heyecanlı geçirdi. Bilhassa merasim dönüşü sarayın önünden vapurla geçen Kuleli Askeri Lisesi talebelerinin bando eşliğinde İstiklal Marşı okumak suretiyle yaptıkları pek hararetli tezahürat, heyecanını en yüksek seviyeye çıkarmıştı. Gece Kız Kulesinden atılan havai fişekleri de hassasiyetini arttırmakta, kendisini pek muzdarip etmekteydi. Telefonla ilgililerden rica etmek suretiyle bunu durdurmuştuk. Atatürk’ün iştihası büsbütün kesilmiş zaafı çok artmıştı. Karnındaki mayi süratle çoğalıyor, göğsünü ve kalbini tazyik ediyor, nefes almasını güçleştiriyordu. Dayanılmaz bir ızdırap içindeydi. Açıkça görülüyordu ki, hastalık son safhasına girmiş ve herhalde ikinci defa su almak gereği belirmişti. Kendisi de bunu ısrarla talep etmekteydi. Yalnız doktorlar, ölümü çabuklaştıracaklarını bildikleri için bu işlemi mümkün olduğu kadar geciktirmek istiyorlardı. Fakat buna imkan bulamadılar. Atatürk 7 Kasım 1938 Salı sabahı kendilerine daha fazla dayanamayacağını, suyun derhal alınmasını kesin ifade etti. İlk pansumanı yapan Prof. Opr. M. Kemal Öke'nin sarayda olmadığını o saatte Gülhane'de talebelerine ders vermekte olduğunu söylediler ve ameliyenin ertesi güne tehir edilmesini rica ettiler, dinlemedi. ---- İşte Mehmet Kamil Bey var zaten bu işi en iyi becerende o imiş. O yapsın. Emrini verdi…
Çaresiz kalan doktorlar hazırlık yapmak için odadan çıktıktan sonra kaşlarını çattı, hiddetli bir sesle: --- Niçin tereddüt ediyorlar? Olacak olur. Fakat karnını işaret ederek, 'Bu insurportable' dır dedi... Hazırlık bitince rahmetli Dr. Mehmet Kamil Berk suyu çekmeye başladı saat 12.20 Atatürk bütün suyun alınmasın emrediyor ve her an kaç litre alındığını öğrenmek istiyordu. Sayın Prof. Dr. Nihat Reşat Belger bu sahneyi şöyle hikaye ediyor:
"Atatürk su çekme esnasında hepsinin çekilmesini ısrarla emrediyordu. Bizlere kaç litre var sayın diyordu. Sayan bendim. Her yarım litreyi bir sayarak 12 litre yerine gerçekte 6 litre su çekmiş bulunuyorduk. Fakat bu tedbire rağmen nihai koma 7 – 8 saat sonra baş gösterdi. İşlemden sonra ateşi biraz yükselmiş olmakla beraber epey rahatlamış gece yarısına kadar sakin uyumuştu. Saat 20.00’den sonra kendilerinde hafif unutkanlık hali başlamıştı. Bu hal 4 saat kadar devam etti. 8 Kasım 1938 günü çok yorgun olmakla beraber sakindi. Doktorlar sıra ile yanına geliyor, gereken tedaviyi yapıyorlardı. O gün gıda olarak saat 06.00’da altı kaşık sütlü kahve, 08.30’da beş kaşık sütlü çay, 11.00’de bir miktar yulaf unundan pirinç, 13.00’te altı kaşık süt, 15.10'da geçe biraz çorba ve 17.15’te dört kaşık elma suyu almıştı. Saat 18.00’den sonra yanından ayrılıp günlük işlerim için büroma inmiştim. Çok geçmeden fenalaştığını bildirdiler. Saat 18.35’te telaşla hususi daireye koştum. Yatak odasının iç içe olan iki kapısındaki boşlukta Ali Kılıç duruyordu. Odaya girdiğim zaman Atatürk’ü şu vaziyette gördüm:Yatağın ortasında iki elini yanlarına dayamış oturuyor ve mütemadiyen öğürerek 'Allah Kahretsin' diye söyleniyordu. Ara sıra tutulan tasa, koyu kahverengi pıhtılaşmış kan çıkarıyordu. Nöbetçi doktor ile o sırada yetişen Prof. Neşet Ömer kendisine yine bir taraftan bazı ilaçlar enjekte etmeye, bir taraftan da buz parçaları yutturmaya başladılar. Bir aralık sağında bulunan tuvalet masasındaki saate bakıp herhalde iyi göremediği için bana sordu.
- Saat Kaç ?
- 7 efendim diye cevap verdim. Birkaç defa tekrarladım biraz sakinleşince yatağına yatırdık. Baş ucuna sokuldum biraz rahat ettiniz mi efendim, diye sordum.
- Evet, dedi. Arkamdan Neşet Ömer İrdelp yanaşıp rica etti.
- Dilinizi biraz çıkarır mısınız efendim.
Dilini ancak yarısına kadar çıkardı. Dr. İrdelp tekrar seslendi. Lütfen biraz daha uzatınız? Nafile artık söyleneni anlamıyordu. Uzatacağına dilini tamamen çekti, başını biraz çevirerek Dr. İrdelpe dikkatle baktı ve
-Aleykümesselam dedi. Son sözü bu oldu ve komaya girdi. Bu defaki koma sakin geçiyordu. Dev adam yatağında adeta uyur gibi yatıyor, gerçi ara sıra küçük ihtilaçlarla hafifçe sıçrar gibi oluyorsa da bu asabi haller birkaç saniye sürüyor. Tekrar sükuna kavuşturuyordu. Saatler ilerledikçe hançeresinde küçük hırıltılar başladı. Doktorlar bir an bile saraydan ayrılmıyorlar, her zaman olduğu gibi canla başla ilmin gerektirdiği bütün tedbirleri alıyorlardı. 1938 Kasım ayının 13. günü saat 09.00. Türk vatanının kurtarıcısı Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu eşsiz İnkılapçı ve Beşeri Müstesna evladı, büyük insanın ancak 5 dakikası kalmıştı. Gözleri kapalıdır, göğsü mütemadiyen inip çıkmaktadır. Odada ve bütün sarayda derin ve ruhani bir sükut hüküm sürüyor. Dr. Kamil Berk başını onun omzuna dayamış hıçkırıyor Prof. Akil Muhtar Özden kendinden geçmiş oda içersinde durmadan dolaşıyor. Hem ağlıyor hem de devamlı
-Aman yarabbi, diye mırıldanıyor. Ben yatağın sol tarafında ayakta duruyorum. Yanımda Muhafız Komutanı İsmail Hakkı Tekçe var. Her tarafım uyuşmuş, bütün duygularım donmuş bir halde o güzel, o nurlu çehreye dalmış bakıyorum. Hazin bir sessizlik içinde kulağımıza yalnız Dr. Mehmet Kamil ve Akil Muhtarın hıçkırıkları çarpıyor.
Saat 09.05. Birden bire gözleri açılıyor. Dikkat ediyorum gök mavisi gözlerinde hala bildiğimiz çelik parıltıları ışıldamaktadır. Bir an sert bir hareketle başını sağa çeviriyor. Bana öyle geliyor ki, bu hareketiyle etrafındakilerin şahıslarında ilahi bir aşk ile bağlandığı ve inandığı aziz milletinin son defa askerce selamlamaktadır. Birkaç saniye sonra o azametli varlık milletinin kalp ve idrakiyle beşer tarihindeki ölümsüz hayatına göçmüş bulunuyordu. Bende artık hıçkırıklarımı zapt edemedim. Yatağa dönüp diz çöktüm. Sağ elini ellerimin içine aldım öptüm ve yüzüme gözüme sürdüm.O sıra da M. Kemal Öke gözlerini kapatıyor, Mehmet Kamil de çenesini bağlıyordu. Yerimden kalktım gözyaşlarımı sildim yapılacak işlerim vardı. Odadan çıktım."
Sevim Hamdi Alp’in notu
Cumhurbaşkanlığı Genel sekreteri Hasan Rıza Soyak kapıdan çıktığı sırada bir silah sesi, Dolmabahçe Sarayının ürperten sessizliğini bozdu. Mustafa Kemal Atatürk’ün anne tarafından akrabası en yakın aziz arkadaşlarından ve yaveri Salih Bozok yaverler odasında şakağına tabancasını dayamış ve tetiğini çekmişti. Kanlar içinde yatan yaverinin silahı, eşsiz zaferlerin kahramanı Mustafa Kemal'e Conk Bayırı ve Kocatepe'de aylarca gürleyen toplara şimdi bu son askeri törende eşlik ediyor ve komutanlarını göklere sunuyorlardı.