DOLAR 35.35 ₺
EURO 36.64 ₺
STERLIN 44.15 ₺
G.ALTIN 3,008.19 ₺
BTC 96,983.02 $
ETH 3,390.03 $
BİST 9,972.03

Kısa, Kısa ...

1328
Yayınlama: 24 Eylül 2009 Perşembe 19:36 Kaynak: Haber Merkezi Editör:

Kısa, Kısa ...
Gazete okumadığım ve televizyon izlemediğim zamanlarda daha sakin, daha rahat ve daha huzurlu bir gün geçiriyorum. Çünkü,  adına medya denilen basın-yayın organları öyle haberler  veriyorlar ki, insanda ne rahat, ne de huzur kalıyor.

        Bu hafta sadece bir kaçını, kısa başlıklar altında sizlerle paylaşmak istedim. Yazdıklarım, “malumun ilamı”ndan başka şeyler değil, ama yine de gelin birlikte bir göz atalım.

               Dostluğuna Güvenilen Bir Ülke Değiliz

      Dünyada, yalnız bir ülkeyiz. Pakistan ve Azerbaycan’dan  başka, hiçbir ülke tarafından samimi bir yaklaşımla desteklenmiyor ve sevilmiyoruz. Çünkü, dostluğumuza güvenilmiyor.

       Sovyetler Birliği’nden ayrıldıktan sonra, şimdiki Başkan İlhan Aliyev’in babası Haydar Aliyev’in, “Biz, Türkiye ile iki devlet, ama tek milletiz.” sloganı ile Azerbaycan’la dost ve kardeş iki ülke olduk.

       1993 de, Ermenistan’la savaşan Azerbaycan’ın Dağlık Karabağ bölgesi Ermeniler tarafından haksız yere işgal edildi. Karabağ, 16 yıldan beri işgal altında tutuluyor. Bunun üzerine biz de, Ermenistan’la sınırımızı kapattık ve ilişkileri kestik. Zaten, Türkleri soykırım yapmakla itham eden ve dünya parlamentolarında aleyhimize kararlar çıkartan Ermenistan, bunu çoktan hak etmişti.

        Peki, şimdi ne oluyor? ABD ve AB istiyor diye, Ermenistan sınırını açacakmışız. Yazıklar olsun, hem de yüz kere yazıklar olsun !..

        Başbakan her ne kadar, “Ermenistan Karabağ’dan çekilmedikçe, sınırı açmayız.” dese de, sakın inanmayın. Rasmussen’in, NATO Genel Sekreterliğine de karşı çıkmıştı. Sonra ne oldu? Göreceksiniz, yakında o sınır açılacaktır. Azerbaycan halkı ve Cumhurbaşkanı Aliyev, Türkiye’ye karşı ne tepki verse, haklıdır. 

         Bize güvenmeyenlerin, neden güvenmediklerini, şimdi  bir kere daha anladınız mı?

                 Ekonomik Kriz Ocakları Söndürürken,

                 Başbakan Kendisine Uçak Alıyor

      Ekonomik kriz, etkisini her geçen gün artırıyor. İşsizlerin sayısı her gün çoğalırken, geçim sıkıntısı  kimi ocakları söndürüyor.

       Millet, günü kurtarmaya çalışırken bir de duyuyoruz ki, Başbakan kendisine yeni bir uçak almış. Hem de,  ATA,  ANA ve GAP adlı üç özel uçak emri altında beklerken, Başbakan dördüncü uçağı alıyor. Uçak bu, öyle lüks otomobil fiyatına filan değil, tam 60 milyon dolara, yani tam 100 milyon liraya alınmış. Eski parayla, tam 100 trilyon liraya.

       Eskiden, devleti yönetenlerin yaptıkları soygunları ve savurganlıkları duyunca  öfkelenir ve gerilirdim. Şimdi ise, öfkelensem de, eskisi kadar gerilmiyorum. Çünkü, biz millet olarak ezilmeye, horlanmaya  ve soyulmaya layıkız. Oy için kendisine verilen bir torba kömürü evine götürürken, “Oyumu, tabii ki bu kömürü verene vereceğim.”diyenleri görünce, artık gerilmiyorum.

        Artık anladım ki, bu memlekette Hazret-i Ömer’in adaletini önemsemeyen ve Allah’tan korkusu olmayanlar için her yol mubahtır.

       Başbakan da, her halde bu sebeplerle, uçakları sıralıyor.

   Tekirdağ Valisi de, Başbakandan Geri Kalmıyor !..

     Valimiz Aydın Nezih Doğan da, kimi olumsuz davranışlarıyla medyanın ilgi odağı olmaya devam ediyor. Geçen yıl, habersiz olarak Tekirdağ’a gelen Maliye Bakanı’nın ayakları altına, protokol kurallarına aykırı olarak  kırmızı halı seren Vali, Ocak 2009 da Askerlerin Çorlu’da yaptıkları yemin törenine katılmış, Kaymakamla birlikte Anayasa Mahkemesi Başkanının oğluna özel ilgi göstermişlerdi. Hatta mahdumu, Kaymakamın resmi konutunda, misafir bile etmişlerdi.

        Bu özel ilginin sebebinin, Anayasa Mahkemesi Başkanı’nın, iktidara yakınlığından kaynaklandığı belirtilmişti. Ben de, “dik duruşlu” bildiğim Vali için yine bu sütunlarda,“Yağcılık da, bu kadar olur.” diye yazmıştım.

       Yeni alınan bir haber, Valiyi yine gündeme taşıyordu. Çünkü Valimiz bu defa Başbakana özenip,  makam aracı olarak 4<4 son model bir cip almıştı. Hem de, son derece lüks  3 adet makam aracı varken bunu yapmıştı. 

        Paranın kaynağı olarak, her ne kadar Özel İdare’nin paralarının yatırıldığı Bankanın promosyonu dense de, bütün o paralar kamunun paralarıdır ve hepsinde “yetim hakkı” vardır. Bu para mesela, Valinin emrinde ve denetimindeki Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı’na aktarılıp, kimi yoksul insanların karnı doyurulur, sırtı giydirilebilirdi. Ya da, yardıma muhtaç çocuklara, öğrenim ücreti olarak ödenebilirdi.

       Yakın çevremizde binlerce yoksul insan açlıkla savaşırken, kamu parasıyla 4<4 lüks makam cipleri almak, vicdanları kanatır ve hiç bir Valiye uygun düşmez.Yorulduğu anlaşılan“müsrif”Valimizin, merkezde biraz dinlendirilmesi gerekebilir.

             Bu Nasıl Vergi Rekortmenliği Böyle ?

     Yalan haberleriyle ünlü Hürriyet Gazetesi’nin de sahibi olan Doğan Holding Başkanı Aydın Doğan, bu yıl yine “vergi rekortmeni” olmuş. Üç gün önce verilen habere göre Aydın Doğan 36 milyon lira gelir beyan edip, 13 milyon lira vergi ödemiş ve böylece  rekortmen olmuş.

       Kimilerinin, “Bravo Aydın Doğan’a” dediklerini tahmin ediyorum. Ancak, ben öyle demiyorum. “Bu nasıl vergi rekortmenliği böyle?” diyorum. Neden mi? Anlatayım.

        Okuyucularım, şöyle 1,5 ay önce (Şubat 2009 ayı  sonlarına doğru) ortalıkta dolaşan haberleri bir hatırlasınlar. Aydın Doğan’ın sahibi olduğu Doğan Yayın Holding  vergi kaçırmaktan takibata uğramış, Maliye Müfettişlerinin 6 ay süren incelemesi sonunda suçlu bulunan Aydın Doğan’ın, gecikme ve usulsüzlük cezası ile birlikte devlete tam 826.3 milyon lira (eski para değeri ile 826.3 trilyon lira) borçlu olduğu bildirilmişti.

        Bu nasıl iştir ki sen, “vergi kaçakçılığı”ndan devlete 826.3 milyon borçlu durumda iken, 13 milyon lira verip “Vergi rekortmeni” oluyorsun? Plaket alıyorsun, alkış alıyorsun ve itibar kazanıp (!), kasılarak ortada geziyorsun. Buna yalnız kargalar değil, sivrisinekler bile güler.

      Acaba, kim, kimi kandırıyor ve bu millet, bu ayak oyunlarına nasıl inanıyor?

             Muhalefet Partilerinde, İstifa Rüzgarları

        Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarı, 7 yıldan beri hemen hiçbir muhalefet engeliyle karşılaşmadan, ülkeyi istediği gibi yönetiyor. Mecliste temsil edilen iki muhalefet partisi, ha var, ha yok. Meclis dışında kalan muhalefet ise, zaten ortalıkta yok.

       Ancak, son gelen haberler  muhalefet partilerinden DSP nin Genel Başkanı Zeki Sezer ile, DP’nin Genel Başkanı Süleyman Soylu’nun, bu görevlerinden istifa ettiklerine işaret ediyor. BBP Genel Başkanı Muhsin Yazıcıoğlu da elim bir kazaya kurban gidince, muhalefet partileri  şimdi, yeni Genel Başkan arayışındalar.

        Gidenlerin yerine, yenileri mutlaka bulunacaktır. Ne var ki, ister Mecliste, isterse Meclis dışında olsun, muhalefet partileri iktidara karşı muhalefet görevini yapmıyorlar, yapamıyorlar. Bu millet, seçimlerde sadece iktidara oy vermiyor. Muhalefet için de oy veriyor ve yanlış hareket etmesi halinde, iktidara karşı  muhalefet yapmalarını istiyor.

      Ancak, muhalefet kendisine verilen bu görevi, yıllardan beri yapmıyor.

      Sözün kısası durum şudur. Bu memleketin,  iktidar olabilecek ve  muhalefet  yapabilecek ciddi siyasi partilere ve ciddi, cesur ve de dürüst liderlere  ihtiyacı var. Mevcutlarınsa hepsini poşetleyip, dönüşü olmayan bir yerlere götürüp bırakmak gerekiyor.

                       Diyanet, “Kul Hakkı” Yer mi ?

       Tabii ki, yemez. Ancak, siz öyle sanın. Hac’a gitmek isteyenler için Diyanetin yürüttüğü kayıt işlemlerinde, şimdi tam anlamıyla “Kul hakkı” yeniyor. Ve bunu, Diyanet İşleri Başkanlığı yapıyor. “Nasıl yani?” derseniz, hemen anlatayım.

      Bilindiği gibi, Hac’a gitmek isteyenlerin ön kayıtları her yıl  Diyanet İşleri Başkanlığı’nın alt birimleri olan İl ve İlçe Müftülükleri tarafından yapılıyor. Bu yıl 8 Nisan’da başlayan kayıtlar, 24 Nisan’da bitecek.

      Her yıl, talebin giderek artması, ancak Suudi makamlarının kontenjanları sınırlı tutması üzerine, kesin kayıtlar kur’a ile belirleniyor. Bunun için de, ön kayıt sonrası kur’a çekiliyor.

      Geçmiş yıllarda kur’ada kaybedenlere, takip eden yıl öncelik tanınmasına rağmen, şimdi öyle bir öncelik yok. Yani ön kayıt yaptırıp da, mesela üç yıldan beri bir türlü kazanamayanlarla, yeni kayıt olanlar bir tutuluyor ve aynı torbada kur’aya tabi oluyorlar. Başka bir söylemle, siz üç yıldan beri sırada beklerken, yeni kayıt olan biri kurayı kazanıp, sizin önünüze geçiyor. O, hacca gidiyor, siz ise beklemeye devam ediyorsunuz.

       “Önce davranıp kayıt yaptıranın ve birkaç yıl bekleyenin, yenilere karşı bir önceliği ya da hakkı yok mu?” derseniz, “Diyanete göre yok.” İşte, Diyanetin, adaleti bu !..

        Şimdi, Diyanet’ten birileri çıkıp da, “Burada kul hakkı yok.” derse, o iyi bilsin ki, günahına  yeni bir günah daha ekliyor. Hem de, “Kul hakkı” gibi, çok büyük bir günahı.

İlk Yorumu Sen Yaz
code