Kar neden yağdığını düşünmeye başlarsa dünyada her şey alt üst olur. Bu saptama yağmur için de geçerlidir, yıldırım içinde. Doğasal eylemlerin hiçbiri düşünmez ve zamanı geldiğinde eylemlerini yaşama sunarlar. Tüm bu eylemler için de canlıların kendilerini korumaları için akıl denen bir organa gereksinimi olduğu bildiklerinden ve onlara akıllı dendiğinden eylemlerinde erteleme yapmazlar.
Zamanı geldiğinde düşmek zorunda olan yaprak, rüzgara haber göndermez ‘gel’ diye. Rüzgar bunu bilir ve zamanı geldiğinde dökülmesi gereken yapraklara yardımcı olur. Toprak da öyledir. Su gereksinmesi için yağmur ve kara haber vermez. Yağmur ve kar günü geldiğinde bu sorumluluklarını yaşama sunarlar. Doğanın tüm güçleri bu anlamda, yaşamanın sürmesi anlamında görevlerinin başındadırlar. Burada tek tehlikeli yaratık insandır. Çünkü onların varoluş koşullarını bozabilecek tek canlıdır insan.
Ki doğa eylemleriyle de insanı binlerce kez uyarmış, yapması gerekenleri anlatmaya çalışmıştır aklı olmadığı halde. Aklı olmayanın anlatımını aklı olan nasıl anlayacaktır? Doğa elbette bunu düşünmez, eylemlerinin onu uyardığını bilir karşısındakinin aklından dolayı.
Oysa aklı olanlar bu eylemlerden bir türlü ders almaz, ilk insanların geçici tanrıları olan bu eylemlerin geçiciliğiyle her felaketi unutur ve olmamışçasına yaşamlarını sürdürürler.
Ağaç, gayet doğal yerleştiği yerlerde toprakla sarmaş dolaş olarak onun kaymasını önlediği gibi hem dünyanın solunumunu dengeler hem de yağmura göz kırparak toprağın su gereksinmesine destek olur. Bu eylemini hiç düşünmeden yapar yüzyıllardır da yapmaktadır.
Oysa sevgili akıllılarımız eskiden bıçkılarla, baltalarla şimdi de motorlu testereleriyle gelip onu keserler. Ölen ağaç toprağı sarıp sarmalamayı bırakır ve yağmurla ilişkisini keser. Toprak kaymaya başlar, önüne ne gelirse silip süpürür, yağmur da yılların dostu ağaca böyle yapılmasına kızıp vurur kendini toprağa, oysa toprak onun varlığına gerek duymayacak kadar dağılıp yurdunu terk etmiştir. Sel aslında yağmurun gazabıdır akıllılar için. Hiçbir akıl bunu kavrayamaz ve ölümler içinde çırpınır ve yeniden unutur tüm bunları ve Orhan Gencebay’dan ‘Kaderimin Bir Oyunu mu Bu’ şarkısına dalar gider.
Bunları iş olsun diye yazmıyorum. Geçen günlerde ortalık kar, yağmur, fırtınaydı biliyorsunuz. Kimi günler avarelik yapar dolaşırım, alıp başımı giderim. İşte öyle avarelik yaptığım günlerde konuştum karla, yağmurla, fırtınayla. İyi de oldu, kent sıkıntımı, insansızlık sıkıntımı hafiflettim biraz. Kar, doğayı bembeyaz örttüğünden hoşnut, çocukların kendisiyle oynamasından sevinçli, toprağı suya doğurmasından memnun, mikropları öldürmekten mutluydu.Yağmur da hemen hemen aynı yanıtları verdi işe yaramasından ötürü. Fırtınanın biraz kırgınlığı vardı karın yumuşaklığına, yağmurun salınışına ama tepkisi kırıcı değil yapıcıydı. Günü gelince hepimiz anlaşarak, çekip gidiyoruz buralardan, dediler ama hepsinin bir şikayeti vardı yalnızca: “eylemlerimizden sonra çekip gitmek istiyoruz ama yarattığımız güzellikler çamura dönüşüyor. Kentlerin bizi içine alacak, bizi taşıyacak kanalları ya yok ya yeterli değil. Bizler güzelliklerimizle, yararlarımızla anılmak istiyoruz, çamurlaşmış halimizle değil.” Dediler. Doğruydu söyledikleri. Beni tanıdıkları için aracılık yapmamı istediler. Ben de verdiğim sözü tutup iletiyorum ve belki doğayla insan arasında güzel bir iletişim kurulmasına katkım olur diye de sevinç duyuyorum.
Saray, 27 Şubat 2012.