Yazının başlığına bakıp da, eski tüfeklerden Mahmut Makal’ın aynı adlı romanından bahsettiğimi sanmayın. Köy, benim doğduğum köy, yani ilçemizin Küçükyoncalı köyü ve diğer köyler. Onlara, hala “Köy” dense de, şimdi onlar “Kasaba” gibi oldular. Hatta, Anadolu’daki kimi ilçeler gibi...
Cumhuriyetin ilanıyla birlikte, Atatürk’ün hedeflediği ülke kalkınmasının başında, köylerimiz geliyordu. Savaştan yeni çıkmış olan Türk köylüsü perişan vaziyetteydi. Fiili çatışmalara askeriyle birlikte katılan halk, elinde ne varsa cepheye taşımış, Kurtuluş Savaşı işte böyle kazanılmıştı.
Cumhuriyetin ilk icraatından olan kalkınma gayretlerinin hedefinde, öncelikle Türk köylüsü geliyordu. “Türkiye’nin efendisi, gerçek müstahsil olan köylüdür” diyerek kolları sıvayan Atatürk, tarımla geçimini sürdüren Türk köylüsüne, öncelikle bu alanda katkı sunmakla işe başladı. Topraksız köylünün topraklandırılması, iptidai tarım yerine modern usullerin tatbiki ve başka imkanların sunulması, ilk uygulamaya konulan icraatlardı.
Ne var ki, köylünün neredeyse tamamına yakını okur yazarlıktan yoksundu. Öncelikle Türk köylüsünü ve bütün Türk halkını okur yazar yapabilmek için açılan Millet Mektepleri ve kurulan Halk Evleri, bu konuda bir başlangıç sayılıyordu.
Bu faaliyetler, Atatürk’ün ölümünden sonra da hız kesmedi. 1940 yılına gelindiğinde, Atatürk’ün hayalinde olan ve tamamen köy çocuklarının eğitimini hedefleyen Köy Enstitüleri açılıyordu.
TRAKYA’DA, “KEPİRTEPE KÖY ENSTİTÜSÜ”
Bu Enstitülerden bir tane de Trakya’da ve Lüleburgaz’a 5 km uzaklıkta “Kepirtepe Köy Enstitüsü” adıyla kurulmuştu.
Mobil binalarda öğretime başlayan okulun, diğer eğitim binaları, devletin maddi imkansızlığı sebebiyle öğretim sırasında ve öğrencilere yaptırılmıştı. O binaların bir kısmı, hala ayaktadır.
Köy Enstitüleri, tahmin edilenden daha kısa sürede geliştiler ve tamamen köylerden gelen çocukları eğitip, öğretmen olarak yine köylerine gönderdiler. Köylerine dönen çocuklar, köy okulunda öğretmenlik yaparken, köy halkına da daha bilinçli çiftçilik ve ev ekonomisi öğretmeye çalıştılar. Başarılı da oldular.
Bu öğrencilerden biri de, 1947 yılında Konya/İvriz Köy Enstitüsü’nü bitiren Mahmut Makal’dı. Okulu bitirince doğduğu köyde öğretmenlik yapan Makal, 1950 yılında o meşhur “Bizim Köy” adlı romanını yazmıştı.
Cumhuriyet’ten sonraki Türk köyünü ve köylüsü en iyi anlatan yazılı belge, işte Mahmut Makal’ın bu romanıydı.
Mahmut Makal’ın bu romanını, geçen hafta bir kere daha okudum. Nerede Makal’ın anlattığı 60-70 yıl önceki köyler, nerede, 2000 li yılların köyleri? Nerede Mahmut Makal’ın doğduğu köy, nerede benim doğduğum Küçükyoncalı köyü ya da ilçemizin diğer köyleri?
KÜÇÜKYONCALI, “ÖRNEK BİR KÖY”
Küçükyoncalı köyü, 93 Harbi denilen Osmanlı-Rus Harbi’nden hemen sonra başlayan mübadele sırasında ve tam 130 yıl önce kurulmuştu. Başlangıçta 15 hane ile vücut bulan köy, kısa sürede yeni göçlerle 100 haneyi geçmiş, Cumhuriyetin ilanından sonra hane sayısı ve nüfusu ikiye katlamıştı. Bugün, köyde 2000’in üzerinde insan yaşarken, hane sayısı da 650 yi geçmiş durumda.
Küçükyoncalı köyünün büyümesinden ziyade, köyde yenileşmeye ayak uydurmadaki ileri anlayış ve eğitime verilen önem dikkati çekiyordu. İlkokulu, bu köyde bitirmiştim. O yıllarda ilçemizde, köy çocuklarının gidebileceği bir Ortaokul vardı. Saray ilçe merkezindeki bu okulda okuyabilmek için, köy çocukları için barınabilecek yer bulmak imkansızdı. Bir tek Öğrenci Yurdu bulunmuyor, ev kiralamaksa büyük külfet sayılıyordu.
Tek çare, kapatılan Köy Enstitülerinin yerine açılan İlk Öğretmen Okullarıydı. Kepirtepe, işte bunlardan biriydi. Öncelikle köy çocuklarını, ancak sınavla alan bu okulun sınavını kazanıp, okula kayıtlanma imkanı bulmuş ve okuyabilmiştim.
Lise mertebesindeki bu okulu bitirdikten sonra, yüksek öğrenim yapmış ve Lise Matematik Öğretmeni olmuştum. Köyümden, böylece ilk yüksek öğrenim yapan ben olmuştum.
Bu durum, arkamdan gelen gençler için iyi bir örnek ve itici bir güç olmuştu. Bugün, köy halkının tamamı –maddi imkanları ne olursa olsun-çocuklarını mutlaka okutuyor. İlçemizin köyleri içinde okuyanı en çok olan köy, Küçükyoncalı köyü olarak biliniyor. Başka bir söylemle, okuyanları itibariyle köyümüz, “örnek köy” olarak gösteriliyor.
KÖYDE, DÜZENLİ BİR YERLEŞİM VE YAPILANMA VAR
Küçükyoncalı köyünde ve ilçemizin diğer köylerinde, 20-30 yıl öncesine kadar kerpiç ya da ahşap binalar, kiremit yerine ise daha çok sap, saman ve galvaniz teneke saçlarla örtülmüş binalar hakim durumdaydı. Teknoloji ile birlikte ekonomik imkanların artması, köylere öncelikle düzenli bir yapılanma getirdi. Ahşap binaların yerini betonarme binalar alırken, sap-saman örtülü binalar, tamamen ortadan kayboldu. Bu arada devletin, köylerdeki yapılanmaya bir planlama ve çeki-düzen getirmesi, işleri kısa sürede düzene soktu.
İşte, bu yenilikleri en iyi takip eden köylerden biri de, Küçükyoncalı köyüydü. Bugün köyümüzde, planlı bir yerleşim, modern ve katlı binalar, göze hoş görünen bahçe tanzimleri ve düzenli yollar hemen göze çarpıyor.
Çiftçilik ve hayvancılıkla birlikte, yanı başımızda bulunan Sanayiden de büyük ölçüde faydalanan ve fabrikalarda çalışan köy halkı, sigortalılık ve emeklilikten de yararlanmak suretiyle, geleceğini güvence altına almış durumda.
YAŞLILAR GELENEKÇİ, GENÇLERSE YENİLİKÇİ
Küçükyoncalı köyünde, yenilikçi bir nesil yetişiyor. Hayatın değişmez bir kuralı olarak yaşlı nüfus giderek azalsa da, onlar geleneklerini muhafaza etmek istiyorlar.Sayıları az da olsa, yaşı 80’in üzerinde ve kendisini hala genç hisseden yaşlılar var.
Uzun yıllardan beri sürdürülen geleneklerde, bir değişiklik yok. Nişan, düğün, sünnet gibi mutlu günlerdeki bazı uygulama adetleri değişse de, yardımlaşmalar hala devam ediyor.
Köy Kahvehaneleri, en iyi buluşma ve kaynaşma yeri. Köy halkı buradaki sohbetlere, daha doğrusu dedikodulara katılarak relaks oluyor. Tiryakiler, buralardaki sigara yasağından şikayetçi görünmelerine rağmen, kahve alışkanlığını bir türlü terk edemiyorlar.
KÖYLÜ DİNDAR, AMA YENİ CAMİ İSTEMİYOR
Küçükyoncalı köyü halkı, dinine pek düşkün. Cuma ve Bayram günlerinin dışında da, Köy Camii’nin her zaman yoğun bir cemaati var.
Köyün şimdiki Camii 1952 yılında, minaresi ise 1953 yılında yapıldı. Cami, düz bina modelinde olup, kubbeli konumda değil. Yani bina, cami üslubuna uygun olmayıp, bir camii andırmıyor. Özellikle Bayram namazlarında, hatta kimi Cuma namazlarında, halka yeterli olamıyor.
İlçemizdeki 19 köyden, sadece Yuvalı köyü ile Küçükyoncalı köyü’nün Camileri eski ve yetersiz. Diğer köyler, Camilerini yenilediler.Yakın geçmişte Çukuryurt ve Güngörmez köyleri de modern, büyük ve çok güzel camilere kavuştular. Safaalan köyünün cami inşaatı, tamamlanmak üzere.
Küçükyoncalı halkı üzerinde yapılan bir sorgulamada, halk eski Camiin yıkılarak yerine yeni, büyük ve modern bir cami yapılmasını istemiyor. Dedik ya, gelenekçi olan yaşlılar ve Cami cemaatinin çoğunluğu, yeni bir cami yapılmasına karşı. Anlaşılan o ki, köy halkı daha uzun yıllar ibadetlerine bu Camide devam edecek.
KÖYLÜ, ARAZİSİNİ KAYBEDİYOR
Diğer köylerde olduğu gibi, bizim köyde de halk tarlalarının bir kısmını elden çıkardı. Köy Muhtarlığından edindiğim bilgiye göre, hali hazır toprakların % 40’ı yabancılara satılmış durumda. Ekonomik kriz sebebiyle şimdilik durmuş olan satışların, yakın gelecekte tekrar canlanacağı ve köyün daha çok yabancılaşacağı anlaşılıyor.
Halkın, bu satışlardan kazandığı parayı nasıl değerlendirildiği bilinemiyor. Bilinen bir şey varsa, artık herkesin bir otomobili var. Üstelik, eskiyen modeller sık sık değiştiriliyor. Kimi zamanlarda, köy içinde park sorunu bile yaşanabiliyor.
Bütün bunlar, çalışkan Küçükyoncalı halkının hakkıdır. Ne var ki, sattığı tarlaları şimdilik işlemeye devam eden köy halkına, tarlaların yeni sahipleri “çık tarlamdan” dediği zaman, esas zorluk o zaman başlayacaktır.
İlçemizin diğer köylerinde de, durum bundan farklı değildir. Trakya’da, sanayileşme ile başlayan yabancılaşma, dolu dizgin devam ediyor. Mesela, bir Saraylı’nın Urfa’da bir işyeri kurup işletmesi “ne alaka” denilerek dikkati çekerken, bir Urfalı’nın Saray’da iş edinmesi, olağan hale geldi.
KÖYÜMÜZÜN, ÇOK GÜZEL BİR “İÇME SUYU” VAR
Küçükyoncalı köyünün bundan önceki Muhtarı, köylü ile işbirliği yaparak, köye çok güzel bir içme suyu getirdi. Köye 14 km uzaklıktan ve Karatepe denilen dağlardan getirilen kaynak suyu, yöremizin belki de en güzel içme suyu.
Mahalle çeşmelerine dağıtılan su, ne yazık ki köyün dışından gelenlere verilmiyor ya da para ile satılıyor. Çeşmeler, her gün saat 17.00 olmadan kapatılıyor. Susuz kalanların, sabaha kadar su almaları mümkün olamıyor.
İşin ilginç yanı, bütün çeşmelerin üzerinde “Bu su hayrattır.” yazılı olduğu halde, su ya para ile satılıyor ya da hiç verilmiyor.
Artık, bu hatanın düzeltilmesi gerekiyor.
KÖYLÜ UYUMLU, KÖYLÜM SAYGILI
Küçükyoncalı köyü halkı, birbiriyle uyum içinde yaşıyor. On yılı aşkın bir süredir zamanımın önemli bir kısmını geçirdiğim bu köyde, herhangi bir zabıta olayına rastlamadım.
Düğün-dernek gibi her türlü tören ve toplantılar, büyük bir iştirakle ve dayanışma içinde geçiyor. Kimin, kimi ne kadar sevdiğini bilemem, ama köyde herkes birbirine saygılı.
Köy halkından hiç kimse geçim sıkıntısı çekmiyor. Dileyen, arzu ettiği her şeyi edinebiliyor. Buna rağmen, halkımız kötü günler için “tasarruf” a da özen gösteriyor. Köyümüzde yastık altları, kara günler için daima hazırlıklıdır.
Küçükyoncalı halkının belirgin bir özelliği de, “misafirperver”olmasıdır. O sebeple, köye gelen yabancılara ilgi gösteriliyor ve takip ettikleri işlerde her türlü yardım ve kolaylık sağlanıyor.
“KADIKÖY’E KÖY, NEVŞEHİR’E ŞEHİR DİYENİN ...”
Nevşehir’linin biri, İstanbul Kadıköy’e geldiğinde, etrafına şöyle bir bakınır ve yanındaki arkadaşına, “Bu Kadıköy’e köy, bizim Nevşehir’e de şehir diyenin taaa...” dediği aklıma gelince, hep bizim köyü hatırlarım.
Bizim köyümüze de artık “köy” denmez, ama statü şimdilik böyle. İleride inşallah, köyümüzün idari konumu değişir ve pekala yeni bir konum kazanıp, iyi bir “Belde” olabilir.
Yaz ya da kış mevsiminde, zamanımın önemli bir kısmını köyümde geçirmek, bana büyük bir keyif ve mutluluk veriyor. Bestekar dostum sevgili Erol Sayan, rast makamında bestelediği bir şarkısında “İstanbul’u artık hiç sevmiyorum.” dese de, ben hem İstanbul’u, hem de köyümü çok seviyorum. Köylülerimi de..