Başlangıçta, bu Coronavirüs Salgını’nı dünyada en iyi yöneten ülkeydik. Şimdi, en kötü olduk. Her gün doğru söylediğine inandığımız Sağlık Bakanı, en büyük yalancı çıktı. Hakkını yemeyelim, onu yalancı yaptılar. Çünkü, hala yalan söylüyor!

    Değerli okurlarım;  Bu salgının başında dünya büyük kayıplar verirken, bizimkiler küçük küçük sayılarla, meğer bizi kandırıyorlarmış. Buna karşın, Sağlık Bakanı’nın her gün açıkladığı 10 ile 20 arasındaki ölüm sayısı bile, bizi korkutmaya yetiyordu. Ancak, o sayılar, bizim karışımıza hep “yalan” olarak çıktı 

     Bu sayılara inanan hiç kimse düşünemedi ki, salgını iyi yönettiklerini göstermek için, bize doğruyu söylemiyorlardı. İşin en kötü tarafı da, muhtemelen gerçek sonuçları bildikleri halde, Bilim Kurulu’nu oluşturan Bilim adamı dediğimiz hekimlerin, bu yalanları onaylaması ve söylenen yalanlara karşı ses çıkarmamasıydı.

    Baktılar ki, mızrak çuvala sığmadı, yatsı bile olmadan yalanları ortaya çıktı. Devletin Bakanlık koltuğunu işgal eden Sağlık Bakanı, “Şamar oğlanı” ya da “Emir eri” gibi davranıp, verilen emirleri uygulamaktan öteye gidemiyor ve gerçeği söyleyemiyordu.

                              YATSIYA VARMADAN, MUM SÖNDÜ !

     Batının en uygar dediğimiz ülkelerinde halk sapır sapır hayatını kaybederken, bizdeki hasta ve ölü sayısıyla, hastanelerde doluluk oranın düşük olması, halkımızı büyük bir rahatlığa, daha doğrusu “gevşekliğe ve tedbirsizliğe” itti. Bu konuyu, kaleme almamın sebebi de, zaten bu.

    Oysa, tedbir başlangıçta açıklanmıştı. Herkes evinin dışında, çalışırken bile maske takacaktı. Birbirlerine 1,5-2 metreden daha yakın olmayacaktı. Toplu ulaşım araçlarında, sayı yarıya düşürülecekti. Düğün, konser, konferans gibi her türlü salon toplantıları iptal edilecekti. Temizliğe son derece dikkat edilecek, eller sık sık yıkanacaktı. Ve daha birçok tedbir alınacak ve bu konuda hiçbir ihmal gösterilmeyecekti.

                                                ÖYLE Mİ OLDU?

    Hayır, hayır tekrar hayır!  Cumhurbaşkanı’nın vadettiği maske gönderme sözü “fiyasko” olunca, ilk fire verildi ve güven azaldı. Sonradan maskeler paralı yapılıp bulunsa da, maske takmamak adeta moda oldu. Kimileri maskeleri çenesinin altına takarken, kollarına takanlar oldu. Böylece bu salgınla adeta dalga geçildi. Hele, “Bana bir şey olmaz ya da Bize bir şey olmaz.” Lafı, bir kabadayılık oldu. Olup olmadığı ise, kısa zamanda görüldü. “Maske takınca nefes alamıyorum.” Sözü ise, güldürdü.

    Hepsinden önemlisi, bu kurallara devleti yönetenler ve iktidarı elinde bulunduranlar uymadı. Yandaşların salt para kazanması için, bütün alış-veriş  yerleri ve hiç açılmaması gereken yerler açıldı. Mikrop da ortalığa saçıldı. Özel şirket sahibi, Sağlık, Turizm ve Milli Eğitim Bakanları’nın daha çok kazanması için şirketleri, açılınca, dolayısıyla ötekileri de açıldı ve mikrop yayıldı da yayıldı.

      1193 numaralı Hıfzıssıhha Kanunu’na göre kesilen cezalar da vız geldi. Oysa, sokak yasakları için konulan 3.150 liralık ceza az değildi. Maske takmayanlara kesilen 900 liralar ise, o maskesizlere gazoz parası gibi geldi. Çünkü, sonunda af gelecekti.

    Mazeretler gülünçtü. Araba bulamadım, yolda kaldım. Maskemi arabada ya da çantamda unuttum. Bir simit yemek ya da sigara içmek için çıkarmıştım, takacaktım. Bitti, almaya gidiyordum. Çok sıkışınca da, “Size ne? Can benim canım değil mi, siz neden karışıyorsunuz?” Gibi, görevlilere kafa tutmalar ve hep kendilerini haklı göstermeler baskın çıkmaya başladı.

    Olmadı işte. Can bir tek senin canın değildir, karşındaki insanlar da can taşıyor. Beklenen karşılık bulamayınca da, gelsin kavgalar ya da Polise yalvarmalar.

    Değerli okurlarım, bütün bu yanlışlar ve tedbirsizlikler olurken, düğünler ve salon toplantıları devam etti. Kapanan kahvehanelerin yerine, kimi evleri kahvehane gibi yaptılar. Küçük yat salonları eğlence mekanı gibi kullanıldı. Buralarda, maske takan görülmedi. Daha pek çok tedbirsizlikler oldu, oluyor ancak takan yok! Son sözleri hep, “Bize bir şey olmaz. Can benim değil mi?” Böylece, ipin ucu kaçtı.

                                  AYAKLAR, NİHAYET YERE BASTI!

      Görüldü ki, dünyada gerçekleri gizleyen tek ülke biziz. Üstelik, gerçekleri gizlemenin yönetenlere başarı gibi bir faydası olsa da, halkı hep yanılttı ve çok zararı oldu.

     Ne zaman ki, Mezarlıkların yönetimini elinde bulunduran İstanbul Belediye Başkanı İstanbul’da, bu salgından ölenlerin sayısının açıklanan Türkiye geneli  sayısından büyük olduğunu açıklayınca, yetkililerin ayakları yere bastı ve gerçeği söylemeye başladılar. Oysa, söyledikleri yine gerçek değildi. Çünkü, İstanbul’daki ölü sayısı bile, onların açıkladığı Türkiye’de ölenlerin sayısından fazla idi. Bakalım, şimdi o noktaya nasıl gelecekler?

    Değerli okurlarım; Bu çıkar savaşı ortada dururken, yandaşları memnun etmek sürekli hedeflerinde iken ve milleti “ahmak” yerine koymak varken, bu düşünce değişmez ve vaktiyle kandırıldık diyenler, bizi kandırmaya devam edecekler. Çünkü onlara göre, “Ölen ölür, kalan sağlar bizimdir” felsefesi geçerlidir. Yeter ki, kendi canlarına bir şey olmasın!

    Gelecek aşılara da pek güvenmeyelim. Kendimizi kollamaktan başka çaremiz yoktur!