İnsanlar, ölümünden sonra saygı ve rahmetle anılırlar. Bu davranış, İslam dininin yadsınmayan ilkelerindendir. Ancak öyle insanlar vardır ki, sağlıklarında bazen kendilerine, bazen de çevreleriine haksız yere dünyayı zehir ederler. Yitip gittiklerinde, onları anmak pek zor olur. İşte, dünyada kendinden başkasını düşünmeyen ve gözetmeyen, sadece güçlüden yana olan böyle bir kişi, sanılanın aksine yakından tanıdığım eski Vali ve Bakan Nevzat Ayaz’dı. Onu, dinimin gereği  rahmetle anıyorum.

     Değerli okurlarım; Bugün size ilginizi çekebilecek, kimilerine göre ”İbretlik” olayların yaşandığı, kimilerine göreyse serüven gibi bir yaşanmışlıktan söz edeceğim. İbretle ve sonuna kadar okumanızı öneririm.

    Konumuz, eski Vali ve Bakan Nevzat Ayaz. Her fani gibi, onun da ömrünün bir sonu vardı ve o son, geldi çattı. 3 Aralık 2020 günü, kan zehirlenmesinden hayata gözlerini kapadı. Unutmayalım ki, bir gün, bizim de sonumuz öyle olacak. Arapçada “Hüvel Baki” dedikleri gibi, sadece “Allah Bakidir.”

      Bu alemde üç canlı türünden biri olan ve Allah’ın verdiği akla ve de düşünceye sahip olan insanlar, bu kısa sayılan ömrü, en iyi yaşamak için uğraşırlar. Bunu başaranı olduğu gibi, başaramayan da vardır. Bu satırların yazarı olarak bendeniz, okuyucusu olan sizlerin ömrünüzü,  sağlık ve huzurla dolu, uzun bir süre içinde geçirmenizi dilerim.

                                   TANIDIĞIM NEVZAT AYAZ

    Konumuz Nevzat Ayaz olduğuna göre, konuya hemen gireyim.      

    Nevzat Ayaz Zonguldak Valisi iken, hayali ihracattan hapiste olan yeğeni Yahya’yı rahat ettirdiği için dönemin Başbakan’ı Süleyman Demirel tarafından İstanbul’a Vali olarak atanıp, 1979 yılının 4 aralık günü  göreve başlamıştı. Ancak, o gün hafta sonu olduğu için Vilayet binası hizmete kapalı olmasına karşın, kendisi bu yeni makamındaydı.

   Bendeniz de vilayetin önünden geçerken orada olduğunu öğrenince, yanına uğradım, hoş-beş ile tanıştık. Ben o zaman, 5 yıllık İstanbul Milli Eğitim Müdür Yardımcısı idim.

     Daha önce, kısa bir süre vekaleten de olsa, İstanbul Kültür Müdürlüğü yaptığım için, İstanbul’un kültürel, sosyal ve tüm konularıyla, çalışmalarımız hakkında kendisine mufassal bilgi verdim. Çok memnun oldu ve eğitimle ilgili aklına geleni bana sorduğu gibi, İstanbul’daki kültür ve eğitim işlerini, daha sonra da  bana sormaya ve bilgi almaya devam etti.

    9 ay sonra, 12 Eylül askeri darbesi oldu. Askerlerin de tavsiyesi ile, bu defa Genel Sekreter oldum. En eskilerden olduğum ve İstanbul’u iyi tanıdığım kabul edildiği için yalnız Vali’nin değil, sivil-asker öteki zevatın da dikkatini çekmiş ve aranan, sorulan bir bürokrat haline gelmiştim.

                             İSTANBUL’U TANITAN NEŞRİYAT

    Bu dönemde kamu makamlarına genellikle asker kökenli bürokratlar getirildiği için, İstanbul Milli Eğitim Müdürlüğü’ne de bir emekli General getirilmişti.

   Bir bakıma onların da yararlanması ve teşkilatı tanımaları için İstanbul’un eğitim kurumlarını ve eğitim hizmetlerini tanıtan, mevzuat içerikli önemli bir rehber/kitap hazırladım. Kitabin kapağının altına da,  Vali Ayaz’ın bir resmi ile biyografisini de (hayat hikayesi)  koydum. Vali Ayaz, bu durumdan çok memnun oldu ve beni Tak ile ödüllendirdi. Böylece, ikili ilişkilerimiz çok olumlu gidiyordu.

                      TURGUT ÖZAL, “SİYASETE GEL” DİYOR

   1982 senesiydi. Rahmetli Turgut Özal ile, Hilton Oteli’nde verilen bir yemekte karşılaştık. Özal, beni tanıdığını ve bir köşeye çekilip,   konuşmak istediğini söyledi. Konuştuk. Oysa, 3 yıl önce oğlu Efe’yi Robert Kolej’in sınavına getirip, kendisi de salona girince, onu kibarca paylamış ve salondan çıkarmıştım. O, bunu unutmuştu.

  Konuya hemen giren Özal, bir Parti kurduğunu ve beni partisine almak istediğini söyleyince, düşünmek için izin istedim ve ayrıldık.

     Daireye dönünce, durumu Vali Ayaz’a açtım, “Olmaz” dedi ve ekledi. “O, artık Konseyin gözünden düştü, parti kursa da kazanamaz. Geç onu.” Dedi. Ben de geçtim. Ne var ki, bana Bakanlık vaat eden Özal kazandı ve Milli Eğitim Bakanı, İnşaat Mühendisi Vehbi Dinçerler oldu.

                          AYAZ’IN  KONUŞMALARI  BENDEN

    Vali Nevzat Ayaz, yazılı ifademi ve üslubumu çok beğeniyordu. Her konuya vakıf olduğumu da bildiği için, konuşmalarını (eğitim konularının dışındakiler de dahil) bana hazırlatıyordu. Tıpkı, şimdi Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın konuşmalarının, başkaları (Danışmanları)  tarafından hazırlanması/yazılması gibi.

    Ayaz’ın bu Valiliği döneminde, bana çok görevler yüklenmişti. Milli Eğitim Müdür Yardımcılığı, Genel Sekreterlik, Atatürk’ün 100’cü Doğum Yılı’nın Program ve Kutlama Komitesi Başkanlığı, Eğitim Vakfı İstanbul Müdürlüğü gibi… O kadar ki, bazı önemli tahkikatları da, ilaveten bendeniz yapıyordum.

                       İSTANBUL MİLLİ EĞİTİM MÜDÜRÜ OLUYORUM

     30 yıllık hizmetimi doldurmuştum, emekli oldum. Büyük bir Özel Okula (Liseye)  Müdür olmamı istediler, kabul ettim.

    Bu görevi yaparken, İstanbul Milli Eğitim Müdürlüğü kadrosu  açıldı ve tekrar beni buldular. Bu göreve ise, pek istekli olmadım. Çünkü, bu özel okulda hem maddi, hem de moral yönünden ve de verdiğim hizmetten çok keyifli ve çok rahattım. Üstelik, artık emekliydim.

    Layık görülen bu görevden kaçmamak için, kabul ettim. Emekliliğim iptal edildi. Bir hafta içinde üçlü Kararname geldi ve İstanbul Milli Eğitim Müdürü olarak göreve başladım. Milli Eğitim Bakanı Nevzat Ayaz’dı.

    Birbirimizi tanıdığımız için, çok iyi anlaşıyor ve çalışıyorduk. Bakan Ayaz’la yalnız İstanbul’un değil, Bakanlığın öteki konularını da görüşüyorduk.  Bu durum, Bakanlık Müsteşarını ve kimi Bakanlık Genel Müdürlerini rahatsız ediyordu. Çünkü, geçmişimi ve Bakanla olan yakınlığımı bildikleri için, beni ayrı bir güç olarak görüyorlardı. Hatta, biraz da çekiniyorlardı.

   O UYUMLU ÇALIŞMA, BOZULMAYA BAŞLADI

    Bakan Nevzat Ayaz, sıklıkla İstanbul’a geliyor ve onu her seferinde Havaalanı’nda karşılıyordum.

   Her gelişinde cebinden özel notlar çıkarıyor ve bana, “Bunları yap” diyordu. Ne var ki, içlerinde yapılması her bakıma mümkün olmayan istekler de vardı. Belli ki, onlara –siyasetçi olarak - olumsuz cevap veremiyor, o sebeple benim üstüme yıkıyor, benim sorumluluğuma atıyordu. Ve o sebeple, yapmadıklarım ya da yapamadıklarım için hiç de hoşnut olmuyordu.

                                BUGÜN ÖYLE, YARIN BÖYLE

      Nevzat Ayaz bir siyasetçiydi. Ancak, bu derece teamüle ve mevzuata uygun olmayan talepleri, olmamalıydı. Elime bir not veriyor ya da telefon edip, isteğini bildiriyordu. Ben de hemen yapıyordum.   

       İyi, ama aradan iki gün geçmeden arayıp, “Naci Bey, Hani  sana söylediğim o konu var ya ondan vazgeç, onu iptal et.” Diyerek, beni zor durumda bırakıyor ve işin muhatabına düşman ediyordu. Üstelik Bakan Ayaz,  bunu pek sık yapıyordu.

       Size, sadece iki küçük örnek vereyim. Bir gün, İstanbul’da kaldığı Öğretmenevinin hizmetini, dolayısıyla Müdürünü beğenmemiş. Beni arayıp, “Bu Müdürü derhal görevinden al” dedi. Hemen aldım ve aynı gün içinde tebliğ ettim.

     İki saat sonra telefonla arayıp, “O Müdürü, yine görevine ver. Beni aradılar. O, Hürriyet Gazetesi’nin sahibinin (Aydın Doğan) akrabası imiş.” Diyerek, beni inanılmaz zor durumda bırakmıştı.

    O yıllarda, Günaydın Gazetesi bu günkü gibi bir gazeteye ek olarak değil, müstakil yayınlanıyordu. Bir gün Kabataş Erkek Lisesi Müdürü, bu gazeteye demeç vermiş ve Milli Eğitim Bakanlığı’nı çok ağır biçimde eleştirmişti. Gazete de, bunu sürmanşet birinci sayfadan, hem de resimli olarak yayınlamıştı.

    Sabah, daireye gelir gelmez Gazeteyi okudum ve Müdürü hemen görevinden aldım. Bakan telefonla aradı. Görevinden aldığımı söyleyince, “Gazeteyi okudum. Çok iyi yapmışsın. Ona artık, öğretmenlikten başka görev verme.” dedi.      DEVAM EDECEK