Kamuya mal edilmiş  önemli davalarda son verilen mahkeme kararları ve Başbakanın çıkışları, “Adalet”i, yerlerde sürüklüyor. Artık, hiç kimse yargıya güvenmiyor. Halk, bir haksızlığa uğradığında, hakkını nerede ve nasıl alacağının derdinde. Yargı, ürkütüyor ve korkutuyor. Bunu ben, 15 yıl önce anlamıştım.

  Bu memlekette, son 15 yıldan beri  hemen her gün tartışılan “Adalet”, artık yerlerde sürükleniyor. Geçen hafta sonunda yargının peş peşe verdiği kararlarla, Hükümet Başkanı’nın  yargıya apaçık başkaldırması, bu yüce kavramı yerle bir etti.
       Bilindiği gibi, adaleti temsil eden yargı zaten kimi güçlerin şiddetli baskısı altındaydı. Hakim ve Savcılar, yeri geldiği zaman bunu söylemekten çekinmiyorlardı. Özellikle, 1990 lı yıllardan sonra başta siyasi baskılar olmak üzere, kimi medya odaklarının ve başka güçlerin baskısı yargıyı korkutmuş ve yargıda tam anlamıyla “Haklı”nın değil, “Güçlünün Adaleti” egemen olmuştu.
        Daha önce bu sütunlarda birkaç defa belirttiğim gibi, İstanbul Milli Eğitim Müdürü iken hiç, ama hiçbir suçum olmadığı halde, baskı altındaki yargıya meydan okuyan “Güçlünün Adaleti”nin mağdurlarından biri de ben olmuştum.

                           BAŞBAKANIN, YARGIYA  ÖFKESİ
        Tayyip Erdoğan İstanbul Belediye Başkanı iken, görev alanına girmediği halde Siirt’te bir açık hava toplantısı düzenlemiş, yine görevini ilgilendirmeyen konularda bir konuşma yapmıştı.
       Hakkında dava açılan Başbakan, yargılandığı Diyarbakır Mahkemesi’nde, “laik düzene baş kaldıran” bir biçimde ifade verince, mahkum olmuştu. Ben, bir “yargı mağduru olarak” yazdığım yazılarda, bu mahkumiyeti sebebiyle Başbakanı hep savunmuş, düşüncelerini ifade ettiği için mahkum olmasını katiyen doğru bulmamıştım. Ancak, ben hukukçu değildim. Hukuk ise, onu suçlu bulmuş ve mahkum etmişti.
        Cezasını çekip tahliye olan Erdoğan, yargıya karşı  şiddetli bir mücadele başlattı. Buna rağmen yargı, onun hakkında verdiği bütün kararları ters-yüz edip onun parti kurmasına, parti lideri olmasına, daha sonra aday olup Milletvekili seçilmesine ve neticede Başbakan olmasına imkan sağlayan bütün kapıları açtı. Açtı ama, onun yargıya olan öfkesi bir türlü dinmiyordu.
                  MAHKEMELERDE, ADALET TECELLİ ETMİYOR
        İktidarın yargı üzerindeki baskısı medya baskısıyla birleşince, adalet mahkemelerde tecelli etmemeye başladı. O kadar ki, bu düşünceye kapılanlardan haksız olanlar bile, mahkemelerde kendilerini haklı görmeye başladılar. Çünkü onlar da, yargının doğru karar vermediğini ve adaletin tecelli etmediğini düşünüyorlardı.
      İktidarın, son Anayasa değişikliği ile yargı üzerindeki baskısı had safhaya çıktı. İktidar, yaptığı bu değişiklikle “yargıdan baskıyla karar almak” yerine, artık “yargıyı ele geçirmek” istiyordu. Yargıyı ele geçirmeninse iki yolu vardı. Birincisi, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nu, ikincisi ise Anayasa Mahkemesi’ni ele geçirmekti.  İktidar da, bu iki kurumdaki üye sayısını artırıp, yenilerini kendisi seçmek suretiyle, her iki kurumu da ele geçirmiş olacaktı. Üstelik, Anayasa Mahkemesini ele geçirmekle iktidar mensupları, Yüce Divan sıfatıyla bu mahkemede hesap verirken, kendi seçtikleri hakimler tarafından yargılanacaklardı.
      İktidarın bu ince hesapları, 12 Eylül’deki halkoylamasından sonra biraz daha netleşmiş olacak.
                        ADALET’İ YERE SEREN SON KARARLAR
       İktidara yakınlığıyla bilinen bir tarikat, Erzincan ve Erzurum çevresinde örgütlenerek, laik düzene karşı çalışmalar yaptığı gerekçesiyle Erzincan C.Başsavcısı tarafından incelemeye alınmıştı.
       Diğer bazı yetkililerle, bu illerin Jandarma Komutanları da, bu çalışmaları izliyorlardı. İktidarın hoşuna gitmeyen bu inceleme girişimi üzerine suçlanan Erzincan C.Başsavcısıyla diğer yetkililer, kendilerine özel yetki verilen Savcılar tarafından sorgulandı ve tutuklandılar. Hatta, 3 ncü Ordu Komutanı da, sanık ya da şüpheli sıfatıyla bu dosya kapsamına alındı.
        Bu tutuklamalar sırasında  yargı mensuplarının birbirine düşürülmesi, adaleti halkın gözünde iyice tüketti. Hele, dosyanın mahkeme mahkeme dolaştırılması, Yargıtay’ın isteğine rağmen, en üst mahkemenin emrine karşı çıkılıp Yargıtay’a gönderilmemesi, adaleti iyice bitirdi.
       Başsavcının, müteaddit  tahliye isteğinin ısrarla geri çevrilmesi, işin içine önce Hakim ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun, daha sonra da Yargıtay’ın girmesi ve ortalıkta dolaşan söylentiler, “Adalet” kavramına çok yazık etti.
       Nitekim, söylentilerin doğru çıkıp, Yargıtay’ın elinde dosya olmadığı halde Başsavcıyı bir kaset bilgisiyle tahliye etmesi, “Adalet”i, kalbinin ortasından vurdu, geçti.
                   HAKİM DEĞİŞİNCE, KARAR DA DEĞİŞİYOR !
       Balyoz Davası’ndan tutuklanan eski  1 nci Ordu Komutanı ve diğer bazı sanıklar, iki ay kadar önce bir Nöbetçi Hakim tarafından tahliye edildiler. Tek Hakim, kararı verdi ve çekip gitti.
       Esas mahkeme, itiraz üzerine tekrar tutuklama kararı çıkardı ve üç gün sonra eski Ordu Komutanı ve diğer sanıklar yeniden tutuklandılar.
      Geçen haftanın sonunda başka bir Nöbetçi Hakim, dosyayı ele geçirince yine tahliye kararı verdi ve sanıklar tahliye edildiler.
      İki ay’da ne değişti? Hiç !.. Sanıklar gerçekten suçlu mu? Bilinmiyor. Peki, esas mahkeme dururken, tek Hakim ve Nöbetçi Hakim neden böyle önemli bir kararı veriyor? O da bilinmiyor.
      Bu duruma şaşıran herkes, “Adalet, bu mu?” demekten kendini alamıyor.
    
               ALIN SİZE, ŞAŞILACAK BAŞKA BİR KARAR DAHA
      Başkent Üniversitesi Rektörü,“Ergenekon davası”nın sanığı olarak, tutuklu yargılanıyor. O, kimi sanıklar gibi bir yolunu bulup kapağı hastaneye atsa da, neticede tutuklu görülüyor.
       Rektörün de, müteaddit tahliye talepleri var. Talepler, her seferinde geri çevrilince Rektör, kendisini tahliye etmeyen hakimler hakkında tazminat davası açıyor. Ve Yargıtay Rektörü haklı bulup, onu tahliye etmeyen hakimleri tazminat ödemeye mahkum ediyor. Eşi, emsali  görülmemiş şaşırtıcı bir karar.
       Ergenekon davası bitti mi? Hayır, devam ediyor. Peki, Yargıtay’ın bu davanın hakimlerini mahkum eden kararı, “yargıya açık bir müdahale” değil midir? Üstelik bunu, bu mahkemenin kararlarını denetleyecek olan Yargıtay’ın yapması, hangi adalet  kavramıyla izah edilebilir? Hak, hukuk bunun neresinde?
       Yargıya baskı yapıldığını her gün söyleyen ve bundan yakınan Yargıtay Başkanı, bu konuda acaba neden konuşmuyor?
        Başbakan, bu konuda haklı olarak feryat ediyor ve “Bu karar, yargıya açık bir müdahaledir.” diyor. Diyor, ama hükümetin yaptığı baskı ve müdahaleler ortada iken, bunu nasıl  ve hangi yüzle söyleyebiliyor?
       Adaletin ayaklar altına alındığını, bu durumun herkesi korkuttuğunu ve ürküttüğünü şimdi iyice anladınız mı?
       Ben, daha 15 sene önce anlamıştım.