Bu kitabı, bir solukta okudum. Yıllarca araştıran, okuyan ve tarihi vesikaları nereden bulduysa toplayıp yayınlayan Dilbaz, koskoca İstanbul’un tarihini, çok doğru ve özlü cümlelerle 200 sayfaya sığdırmış. Anladım ki, İstanbul’un sokaklarını dolaşıp da, o eski semtlere ve binalara bakıp geçenler, İstanbul’da yaşadıklarını ya da İstanbul’u görüp tanıdıklarını sanmasınlar.
Değerli okurlarım; Bendeniz, 1976, 1977 yıllarında İstanbul Milli Eğitim Müdür Yardımcısı iken, o yıllarda kısa bir süre de İstanbul Kültür Müdürlüğü’ne vekalet etmiştim.
Daha önce geçici olarak İstanbul’a gelip, bir-kaç gün kaldıktan sonra dönüyordum. İstanbul’un hangi semtinde nelerin olduğunu, geçmişinden o güne nelerin kaldığını ve bunların özelliklerinin neler olduğunu hatırıma bile getirmezdim. Buna rağmen, İstanbul’u görüp tanıdığımı sanıyordum.
Vekalet ettiğim bu görev, bana bu imkanı sağladığı gibi, İstanbul’u yakından tanıma mecburiyeti de getirmişti.
Eski, bilgili ve tecrübeli bir Müdür Yardımcımın da tavsiyesi üzerine, onun rehberliğinde, İstanbul turuna çıktık. Ama, rastgele değil, bir plan dahilinde bunu yaptık.
İstanbul’un ilk göze batanları bize göre önce tarihi mekanları, sonra da görülmeye değer ve turistik denebilen doğal alanlarıydı. Biz de öyle yaptık.
Eminönü’nde 6 Padişahın yattığı Hatice Turhan Sultan Türbesinden başlayıp, diğer Sultan türbelerini, sonra da tarihi Saraylar ve Kasırlar derken, sadece bölgesi halkının tanıdığı, çok önemli özellikleri olan kişilerin kabirlerini de tanıdıktan sonra, Bizans İmparatorlarının bıraktığı eserlere ek olarak, İstanbul’u Türklerin almasıyla oluşan eserleri bir bir gezip görmeye başladık.
Bu pek eski eserlere ait kaynakları da elimize alıp, değerlendirmelerini öyle yapıyorduk. Ne var ki, kaynaklar sadece eserin tarihini belirtiyor, onun ihyasına ve varoluş sebebine dair detay bilgi vermiyordu. Buna rağmen, bölgesinde yaşayanların kulaktan dolma uydurmalarını dinlemekten başka çaremiz de görünmüyordu.
Biz yine de bu söylenenlere fazla itibar etmeyip, günümüze kadar gelen, bir kısmı hala kullanılan, bir kısmınınsa ayakta kalanlarını gezip, bulabildiğimiz kaynaklara bakarak İstanbul’u tarihi ile anlamaya çalıştık. Anladığımızı da sandık.
Oysa, durum öyle değildi. Esas kaynakları bulup incelemek ve bunun üzerinde daha çok zaman ayırıp çalışmak, anlamak ve esas doğru olanları öğrenmek gerekiyordu, onu yapamadık.
İŞTE, MEHMET DİLBAZ BUNU YAPMIŞ!
Onun yıllar süren araştırmaları sonunda, nereden bulduysa tarihi resim ve vesikalarla hazırladığı “Kaybolan Tarihin Peşinde” adlı kitabı, üslubu, sadeliği, ve doğru anlatımı ile İstanbul’un geçmişini tanıtan en sağlıklı bir kaynak olarak karşımıza çıkıyordu. Cep Kitabı ya da Cep Hikayeleri olarak nitelenen kitabı, bugünkü yazıma konu olarak almamın sebebi de, zaten budur.
Tarihi resim ve vesikalara bakıp, kitabı büyük bir merakla ve bir solukta okudum. Özellikle konu başlıklarının girişinde yaptığı tanımlamalar, okuyana kitaptan neyi öğreneceğini ilk bakışta gösteriyordu.
Hele, anlatımın eskinin rengine uygun olarak seçilmesi, kitabı daha ilgi çeker hale getirmiş. Sıralamanın tarihin akışına göre yapılması, bu sıraya göre okuyucuya bilgi verilmesi, okuduğunuzu daha da anlaşılır hale getirmiş.
Esasen, tarihi olayların oluş biçimine göre sebepleriyle sırayla okumak, doğru bilgiyi almayı daha da kolaylaştırıyor.
PEKİ, KİTAPTA NELER VAR?
İşte, esas merak edilen de o. 30 konu başlığı altında yapılan araştırma ve incelemelerde, neler yok ki? Mesela, Dolmabahçe’den Taksim meydanına kadar çıkan yolun, çevresinin, buradaki Alman Sefareti ve bahçesinin ve de civarının, AKM’nin altının, onun Otoparkının bir Müslüman Mezarlığı olduğunu, bu bölgenin altının insan kemikleri ile dolu olduğunu biliyor muydunuz?
İstanbul’daki Mevlevihanelerin yerlerini, kuruluşlarını ve geçmişlerini, Çağlayan Sarayı’nın serüvenini, Mecidiyeköy’ün gerçekten bir köy olup, adını Sultan Abdülmecit’ten alarak bugünlere nasıl geldiğini, Tekkelerin, özellikle Miskinler Tekkesi ile Oğlanlar Tekkesinin varoluş sebeplerini, Rumelihisarı’nın içinde bir Mahalle kurulduğunu, Şişhaneden geçerken bir mezarlığın üstünden geçtiğinizi, Taksim Bahçenin Serüveni ile İstanbul Üniversitesi ile anılan Zeynep Hanımın konağını ve Tophane Kışlasının başına gelenlerle, Cumhuriyet döneminde İstanbul’daki yenileştirmeleri okurken, merhum Başvekil Adnan Menderes’in İstanbul’u yapayım derken nasıl yıktığını, hep bu kitapta okuyacak ve o zamana ait fotoğraflarını da göreceksiniz.
Değerli okurlarım, bu saydıklarım anılan kitaptan sadece bazı örnekler. Esas kitabı bütünüyle okumak ve geçmişi bu kitapla kesintisiz yaşamak lazım. Fiilen yaşamak mümkün olmadığına göre, hayalini gerçekleri okuyarak kurmak lazım.
Öyle anlaşılıyor ki, yazar bu kitabı hazırlarken yaygın tabirle İstanbul’un altını üstüne getirmiş ve tarihle düpedüz hesaplaşıp kucaklaşmış. Okuyucuya düşen okuyup, sadece bu nostaljiye ortak olmak.
Kitabı en az iki defa okudum. Hayatımın önemli bir bölümü İstanbul’da geçmesine rağmen, İstanbul hakkında bilmediklerimi de öğrendim. O nedenle, kitabı yayınlayan TİMAŞ Yayınlarını ve yazarı Mehmet Dilbaz’ı yürekten kutluyorum.
Üstat merhum Abdurrahman Şeref Güzelyazıcı’nın dediği gibi,
Çerez politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez kullanmaktayız. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız. Çerez Politikası