Esrarı (Gizlediği Sır) bilinmeyen bir olay olan Ölüm, yaşayan herkesin ilgisini çekiyor. Onu, hem Biyolojik, hem de Uhrevi yönden çok araştırdım. Durum şudur.
Değerli okurlarım; Bugün size “Fizik Ötesi” bir olaydan söz edeceğim. “Ölüm ve Cenaze.” Bunun, “Kıyamet ve Ahiret” gibi öteki boyutu da var. Ancak, olayın öteki tarafı bu günün konusu değil.
Ölüm, canlılarda hayatın sonlanmasıdır. Ölüm, Biyolojik (bedensel) Ölüm ve Ruhsal Ölüm olarak ikiye ayrılıyor.
Biyolojik ölümde, canlının bütün bedensel işlevleri sona eriyor. Başka bir söylemle, insan ve hayvanlarda kan dolaşımı sonlanıyor. Ve beden, bütün hareket kabiliyetini, bir daha geri dönmemek üzere tamamen kaybediyor.
O kadar ki, kimi batılı ülkelerde biyolojik ölümü kesinleşen bir kişinin rahat, acısız ve sıkıntısız ölmesi için vücuduna, “Endofrin” adlı bir ilacın (Kimyevi bir maddenin) verildiği ifade ediliyor.
Ruhsal ölüm ise, biyolojik ölümle birlikte oluyor ve ruh bedeni, bir daha geri dönmemek üzere terk ediyor.
Ruhsal ölüm, daha çok dini inançlarımız yönünden önem kazanıyor. Dini inançlara göre, beden ölse de ruh ölmüyor ve Yaradan’ın katına ulaşıyor.
Nitekim; Kur’an-ı Kerim Zümer Suresi 42’ci ayeti aynen; “Allah, ruhları ölümleri halinde alır. Ölmemiş olanların ruhlarını da uykularında alır. Böylece kesin ölümlerine hükmettiklerini hayattan koparır, diğerlerini (uykudakileri) kendisinin koyduğu bir zamana kadar geri bırakır.”
Bedenin ölmesi Biyolojik, aynı zamanda Fiziksel bir olaydır. Ya, olayın “Fizik Ötesi” tarafı nasıldır acaba?
FİZİK ÖTESİ’NDE ÖLÜM!
Bu konuyu en iyi araştıran ve inceleyen, maruf İslam Bilgini İmam Gazali’dir. (Ölümü. 1111) Gazali ölümü, Allah’a (Yaradan’a) kavuşmak olarak tanımlarken, Mevlana da Şeb-i Aruz (Sevgiliye) kavuşmak olarak anlatır. Hz. Peygamber ise, ölümünü ”Büyük dosta kavuşmak” olarak gösterir.
Gazali, “Ölüm ve Ötesi” adlı eserinde; ruhun ölmediğini, biyolojik ölüm sırasında bedeni terk etmekle beraber ölen kişinin, hakkında yapılan cenaze işlemleri dahil, bütün işlemleri gördüğünü belirtir.
Ruh, o kadar ki, kılınan cenaze namazını, mezara konmasını ve daha sonraki olayları da görür ve de biz onu görmesek de, o dünyadaki gibi her şeyi algılar.
Kabre konan ölünün sorgulanması ve günahı olanların kıyamet gününe kadar azaba duçar olması, kanıtlanmayan bir Hadis’e dayandırılsa da, hesap günü gelmeden ve yargılama olmadan ceza verilmesi, Allah’ın adaletine aykırı olduğundan, “Yargılama, Ceza ve Ödül” sadece kıyamet gününde (Hesap gününde) sahiplerini bulacaktır.
Öte yandan, ölen kişi için “Zaman kavramı” olamayacağı için, ölenin ”Hesap günü (Kıyamet günü)” gelmiş demektir.
Kur’an-ı Kerim Müminin Suresi’nde bir “Berzah” dan bahsedilse de Berzah bir mekan değil, girişe açık, çıkışa kapalı bir kapı/perde demektir. Yukarıda açıklanan Zümer Suresi’ne göre ruhlar, doğrudan Allah katına ulaşır.
CENAZE VE TEKFİNİ
Cenaze, gömülmeye hazır ölü demektir. Ancak, onun yıkanması, kefenlenip, namazının da kılınması, yani tekfini gerekir. Başka bir söylemle “Tekfin”, kişinin ölümünden mezara konmasına kadar yapılan işlemlerdir.
Cenaze Namazı ise, bir duadır. Ayakta kılınır, o yüzden rüku ve secdesi yoktur. Kılınması farz olup, onu bir kısım kişilerin kılması, ötekilerini de sorumluluktan kurtarır.
Kişi, Müslüman olmak şartıyla, yaşamı nasıl olursa olsun ve nasıl ölürse ölsün, Cenaze Namazı’nın kılınması gerekir. Bu cümleden olarak, çok sayıda kişinin katilinin Cenaze Namazı kılınırken, kendini öldürenlerin de yani intihar edenlerin de Cenaze Namazı kılınır.
Cenaze Namazı, bir törendir. Aslında bu tören ölü için değil, diriler için yapılır. Çünkü, İmam Gazali’nin görüşünü bir tarafa bırakırsak, ölünün bu namazdan haberi yoktur. Keza, Mezarlıkta okunan Kur’an-ı Kerim de ölü için değil, diriler içindir.
Kur’an-ı Kerim Yasin Suresi’nin 12 ve 77-79 numaralı ayetleri, Allah’ın günü geldiğinde ölüleri dirilteceğini anlatır. O nedenle, ölünün ardından Yasin Suresi’nin okunması yaygındır ve önemlidir.
Hele hele, ölümün 3, 7, 40 ya da 52’nci günlerinde Mevlit okunması, dinimizde yoktur. Hz. Peygamberin doğumunu anlatan Mevlit, miladi 1400’lü yıllarda, din adamı Süleyman Çelebi’inin yazdığı bir şiirdir. Dinsel hiçbir değeri ve gerekliliği yoktur. Açık bir “Bidat”tır, yani dinimize sonradan sokulmuştur.
Değerli okurlarım, Bu konuda yaptığım araştırmada edindiğim çok sayıda başka bilgiler de var. Kimi bilgiler kafa karışıklığına sebep olduğu için, tamamını anlatmak istemem.
Gerçek olan şu ki, insanın yaratıldığından bu güne kadar ölüp de dirilen, yani dünyaya geri dönen tek bir kişi olmadığından, ölüm ötesi esrarını korumaktadır.
Ancak, ölümün bir son olmadığını, maddenin madde ötesine bir dönüşümü olduğunu kesinlikle söyleyebilirim. Sonuç olarak diyebilirim ki, maddi beden ölür, ruhsal beden yaşar.
Unutmayalım; “Her nefis, ölümü tadacaktır.”
|