Ne yazık ki, çoğunluktalar. İhtiyaçtan değil, daha çok korku ve lüks yaşamak arzusundan bunu yapıyorlar. Kimilerinde işini kaybetme korkusu olsa da, onlar gazeteciliği değil, adeta yalakalığı meslek edinmişler. Vicdanlarında zerre kadar“Meslek Namusu” kalmamış. Yazıklar olsun!
Değerli okurlarım; Uzun yıllar görev yaptığım İstanbul’da, yanan Milli Eğitim binası, Vilayet binasının yanında ve Cağaloğlu’ndaydı. Cağaloğlu, tarihinde hep matbuatın (basının) merkezi olarak bilinir. Ona, Basının Okulu diyenler de vardır.
Orada vazifeye başladığım zaman, şimdi hayatta olmayan çok namlı ve değerli gazeteciler vardı. Komşu olduğumuz için, çeşitli sebeplerle sıkça görüşüyorduk. Onlar bizden haber koparmaya çalışır, biz de onların bilgi ve tecrübelerini izleyip, yararlanırdık.
O zaman büyük ve namuslu bir gazete olan Hürriyet’in kurucusu Sedat Simavi hayatta yoktu. Ancak, oğulları Erol ve Sedat Simavi’yi tanımış, onlarla değerli dostluklar kurmuştuk.
Burhan Felek, Bedii Faik, Yusuf Ziya Ortaç, Tahir Kutsi Makal, Abdi İpekçi ve Necip Fazıl Kısakürek gibileri, bunların başında geliyordu.
Onların öğütlerini almayan ve gösterdiği yoldan gitmeyenler, gazetecilik yapamıyordu. Merhum Sedat Simavi’nin o meşhur; “Gazeteci arkadaş, mecbur kalırsan dahi kalemini kır, fakat satma!” sözü ise, hepsinin dilinde dolaşıyordu. Onlar da öyle yapıyorlardı.
Yıllar geçti, bu insanlar bir bir kaybolurken, düşünceler de değişti. Geçen zaman içinde, iki tip gazeteci oluştu.
Birincisi, bu mesleği benimseyip, çabuk yükselmek isteyenler ki, onlar Sedat Simavi’nin yolundan ayrılmadılar. Yükseldiler de. Ancak, onların sayısının öyle fazla olduğu söylenemez,
İkincisi ise, meslek onurundan çok salt çıkarını düşünen, bu arada kendi onurunu da çiğneyen ve çiğneten tiplerdi. Onlara şimdi, siyasi iktidar yanlısı anlamında “Yandaş ve Yalakalar” deniyor. Onlara, Yavşak (Bit yavrusu) diyenler de var.
Böyle oluşlarında, onların kusuru var mıydı? Elbet vardı, ama kusur tamamen onlarındır denilemez. Meslekte yükselme arzusu ve özellikle başta patronları olmak üzere devleti yönetenlerden her türlü korku ve yararlanma arzusu, onları yoldan çıkarıyordu. Büyük çoğunluğunu çıkardı bile.
DÖNELİM BU GÜNE
Ülkemizde çok sayıda gazete çıkıyor. Bunların büyük kısmı “Günlük” olarak, kimileri ise “Haftalık” olarak yayınlanıyor. Dergi dediğimiz Mecmua sayısı ise, giderek azaldı ve bitme noktasına geldi. Çünkü, pek okuyucu bulamıyor.
Yönetimdeki bu parti iktidar oluncaya kadar, mümkün mertebe iktidara bağlı olmayan bu gazetelerin 10 da 9’u, şimdi iktidara bağlanıp, birer “İktidar yandaşı ve Yalakası “ oluverdiler. Çünkü, gazetenin kurucuları yani patronları, eskisi gibi sadece gazetecilik yapmıyor, başka büyük işlerin de adamıydılar. Onların, her zaman iktidarla işleri vardı. O sebeple ve biraz da karakter acizliğinden, iktidardan yana yani yandaş ve yalaka oldular. Televizyon sahipleri de öyle.
O kadar ki, bugün çaptan düşen Hürriyet Gazetesi’ni devlet kredisiyle satın alan patronun, aczinden ve korkusundan dönemin Başbakanı ile telefonla konuşurken, korkusundan ağladığı söyleniyordu.
HAL BÖYLE OLUNCA…
İktidarın istediği oluyor, bu korkak ve yalaka gazete ve televizyonlar, iktidarın safında yer alıp, onun iradesine teslim oluyorlardı.
Bunda ne var? Demeyin. Güvenip de satın aldığınız bu gazeteler ya da seyrettiğiniz televizyonlar, adeta yalan haber kusuyorlar. Bunu yaparken, iktidar yetkililerini ve özellikle lider kadrosunu şişirdikçe şişiriyorlar.
Örnek mi? Cumhurbaşkanı nerede? İster yurt içinde, ister yurt dışında olsun onlar, alayı ile orada. Cumhurbaşkanı ne söylüyor? Kameralar ona doğru tutulmuş, onun konuşmasını veriyor. Cumhurbaşkanı, isterse “Ördek Sevenler Derneği”nde konuşsun fark etmiyor. Bu yetmiyor, akşam olunca adlarının başında koca koca Profesör, Doçent gibi unvanlar yazılı olanlar da ekranlara çıkıp, açık oturum adı altında iktidara ve onun mensuplarına karşı, “vıcık-vıcık” yağ akıtıyorlar.
İşin ilginç yanı, kimi vatandaşlar bunun tam bir “tertip ve tezgah” olduğunu anlamadan dinliyorlar ve ona göre fikir üretmeye çalışıyorlar. Ancak bilmiyorlar ki, hepsi mizansen, hepsi tezgah ve konuşmalarda yağcılık ve de korku var.!
İşin başka bir ilginç boyutu da var. Muhalefet lideri bir konuşma yapacak olsa, o toplantıya gelirse bir muhalif TV kanalının kamerası geliyor. Ötekilerinden hiç biri ortalıkta yok. Çünkü, gelirlerse, azar işiteceklerini, hatta ceza alabileceklerini çok iyi biliyorlar. Böylece, o dürüst gazeteci kimliği artık çöpe gitti, çöpe gidiyor. Sedat Simavi ise, mezarında ters dönüp duruyor.
Bana, “Peki, o durumda sen ne yapıyorsun arkadaş?” derseniz, ya televizyonu kapatıyor ya da denetlenmeyen bu TV’lerde bulabilirsem bir “Belgesel” film seyrediyorum.
Çünkü, bu satılık kalemlere ve ağızlara inanacak kadar aptal değilim!
|