18 senedir ülkenin yönetiminde olan iktidar, eli rahat olduğu için halkın bu talebine hep karşı çıktı. Oylar suyunu çekmeye başlayıp, yol görününce, Ayasofya’ya cankurtaran simidi gibi sarıldılar.
Değerli okurlarım, Bu yazımı, Ayasofya’nın tekrar Cami olması hakkında Danıştay kararının verildiği 10 Temmuz Cuma günü yazıyorum. Daha sonra gerekirse, bazı eklemeler yapabilirim.
Hatırlanacağı üzere bu konuda daha önce de yazmış ve konuyu özetlemiştim.
Atatürk’ün sağlığında ve onun imzasıyla 24 Kasım 1934 tarihli Bakanlar Kurulu kararıyla Cami olmaktan çıkarılıp Müze yapılan Ayasofya’nın, Cami olarak kalmasının bir gereksinim olmadığını, civarında başta Sultanahmet Camii olmak üzere, Sultanahmet’ten Aksaray’a ve Eminönü’ne kadar çok sayıda Cami olduğunu, bunların sadece Cuma ve Bayram Namazlarında dolduğunu, diğer günlerde ise, ancak iki sıra cemaatinin bulunduğunu da yazmıştım. Hatta, Ayasofya’nın açılması talebi karşısında Başbakan Erdoğan’ın “Önce Sultanahmet Camii’ni doldurun” dediği de, hatırlardadır.
Hemen belirtmeliyim ki, bu satırların yazarı olarak doğuştan beri iyi bir Müslüman olmaya çalıştığımı, bir İlahiyatçı olmamama rağmen İmam Hatip Liselerinde tam 9 yıl Öğretmenlik yaptığımı, İstanbul Milli Eğitim Müdürü iken bu okullara büyük ilgi gösterdiğimi, o dönemde İstanbul’da son iki İmam Hatip Lisesi açtığımı (Sultanbeyli, Ümraniye), Hac ibadeti dahil, dinimizin gerektirdiği bütün vecibeleri yerine getirmeye çalıştığımı, yanlış anlaşılmamak için belirtmek istedikten ve Ayasofya’nın bir Müslüman mabedi olmasını istediğimi de ifade ettikten sonra, tekrar Cami olması için yapılan çalışmalara kısaca bir göz atalım.
Türkiye, UNESCO’nun hazırladığı Dünya Kültürel ve Doğal Mirasının Korunmasına dair Sözleşmeyi, 14 Nisan 1982 tarihinde imzalıyor. (Anayasa Madde 90)
Bunun üzerine Ayasofya, 1985 yılında “Dünya Kültürel Mirası” listesine alınıyor. Binanın bir bölümü, 1992 yılından beri zaten Cami olarak kullanılıyor ve içinde 5 vakit ezan okunuyor, namaz kılınıyor. Görevli bir de İmam-Hatibi var.
Ne var ki, tamamının Cami olarak ibadete açılması için Vakıflar ve ilgilenen bir Dermek, Danıştay 10’cu Dairede dava açıyorlar. Ayasofya’nın muhatabı olan Başbakanlık (O dönemde Başbakan Recep Tayyip Erdoğan) davanın reddini istiyor ve Danıştay davayı reddediyor. Ayasofya, Müze olarak kalıyor.
Vakıflar ve ilgilenen ancak, ehliyetli olup olmadığı bilinmeyen bu Dernek, işin peşini bırakmıyor. Konu, Danıştay Dava Daireleri Kurulu’na geliyor. Kurul, 10 Aralık 2012 günü Başbakanlık’ın istemine uygun olarak, Danıştay 10’ncu Dairesinin kararını onaylıyor ve davacıların isteğini tekrar reddediyor. Yani, Ayasofya, tekrar Müze kalmalı diyor. Ve Ayasofya, yine Müze olarak kalıyor.
TARZAN ZOR DURUMDA !
İçinde bulunduğumuz 2020 yılına gelindiğinde, İktidar ilk seçimde gideceğini ve bir daha da gelemeyeceğini anlıyor. Yani, bir zamanların popüler filmi “Tarzan Zor Durumda” filminde olduğu gibi, o da çok zor bir duruma girdiğini anlıyor. Ve bunun çıkış yolunu bulmak için, Ayasofya ipine sarılıyor. İhtimal o ki, bunun meyvesini toplayıp, bir yıl sonra (2021’de) erken seçime gitmek istiyor.
Soruyu, önce Müslümanlar soruyor. Bütün isteklere rağmen, 18 yıldan beri bu mabedi neden Müslümanların ibadetine açmadınız? Elinizi tutan mı oldu? Ya da, şimdi mi aklınıza geldi? Hiçbiri olmadı, çünkü silahta barut kalmadı!
Öyle ki, anketler iktidarın tepetaklak gittiğini gösteriyor. Oy kullanacak olan yeni nesil, “Size oy yok!” diyor. Eski fanatikler bile, eski kararlarından dönmüş durumdalar ve “Oy Moy yok!” diyorlar. Geriye, her ay çeşitli adlarla yardım alanlar kalıyor ki, onların oyları da tekrar iktidar olmak için yetmiyor.
Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu önce reddettiği kararını, Savcı’nın ret talebine rağmen, şimdi kabul ediyor. Böylece, siyasi sorumluluktan kaçan iktidarın yanında yer alan Yüksek Mahkeme’nin hukuki değil, siyasi bir karara imza attığı anlaşılıyor. Danıştay’ın önce reddettiği aynı kararı, sonradan neden kabul ettiği böylece anlaşılıyor.
Oysa, bir Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile açılması mümkün olan Ayasofya’nın bu şekilde açılma sebebi, böylece daha da iyi anlaşılıyor.
KAZANDIK MI, KAYBETTİK Mİ?
Ayasofya’nın tekrar Cami olmasını çok arzu ettiğim halde, bütün alemin gözünde İstanbul’a yüksek değer katan bu yapının, ne Kilise ne de Cami yapılmasını ve insanlık alemi için yüce bir değer olarak kalmasını ve de tüm dünyanın ziyaretine açık olması istendiği için kazanmadık, elbette kaybettik. Belki, iç siyasette kazanan olacaktır, ancak Türkiye Cumhuriyeti kaybedecektir.
Önümüzdeki zamanlarda, mezhebi ne olursa olsun, bütün Hristiyan ülkelerden tepki gelecektir. ABD’den destek görüp, Yahudilerin Kiliseye çevirmek istedikleri Kudüs’teki Mescid-i Aksa, “O da, bir Süleyman Mabedi” denilerek, bundan zarar görecektir.
Yandaş basın ile yalakalar, bu eylemi büyük bir başarı olarak gösterebilirler. Ancak, onların bütün düşünceleri ülkenin kazanması değil, sadece kendi kazançlarıdır. Ülke kaybetmiş, onların umurunda mı?
Değerli okurlarım; Şimdi bizi bekleyen başka bir durum var. Siz ona, tehlike de diyebilirsiniz.
Eğer bu karar uygulanır ve Ayasofya Cami olarak ibadete açılırsa, (Ki, Lozan Anlaşması’nın yıl dönümü olan 24 Temmuz günü, fiilen ibadete açılacaktır.) 1971 den beri kapalı olan Heybeliada Rum Erkek Lisesi’nin de (Ruhban Okulu) açılması yabancılarca pekala istenebilir. Daha doğrusu istenecektir.
İşte, “Tut kelin perçemini” lafı o zaman doğrulanacak ancak, kelin perçemi olmayacağı için yine de “tut” denilecektir.
İstanbul Milli Eğitim Müdürü iken, Müfettişlere bu Okulda ciddi bir inceleme yaptırmış ve mufassal bir rapor hazırlatmıştım. Müfettişler, çok muhik sebepler öne sürüp, belge ve gerekçeleriyle bu okulun açılmasının uygun olmayacağını bildirmişlerdi.
Şimdi, onun sonucunu da merakla beklemeliyiz.