“Ey Amerika!” demekle ya da Cuma Namazı’ndan sonra Cami önünde gösteri yapmakla, Kudüs’ü kurtaramazsınız. İsrail Devleti kurulurken topraklarını satanlar, Kudüs’ü daha o zaman kaybetmişlerdi.
Değerli okuyucularım; Çok gerilere gitmeden, 100 yıllık geçmişe bakmak yetiyor. Kudüs’ü de içine alan ve bir Osmanlı toprağı olan Filistin’i, Birinci Cihan Savaşı’nda kaybettik.
İkinci Cihan Savaşı’nda Avrupa’dan kovulan, bir kısmı da Hitler tarafından yakılıp öldürülen Yahudiler, Amerika’nın arka çıkmasıyla Filistin topraklarına göz diktiler.
Esasen, Filistin topraklarının bulunduğu bölgeyi ve daha fazlasını Allah’ın kendilerine vaat ettiğini belirten Yahudiler (Arz-ı mev’ut/Vaat edilmiş topraklar) Filistin bölgesinin kendilerine ait olduğunu söyleyip durdular. Himayeci ve yandaşlarını, buna inandırdılar da.
1947 yılına gelindiğinde, Amerikan Başkanı Truman (Yahudi kökenli olduğu söylenir) 50 bin kadar Yahudi’nin Filistin topraklarına yerleşmesini sağlar. Bir yıl sonra da (1948) İsrail Devleti kurulur.
Yahudiler, akıllı insanlardır. Parayı bastırıp, Filistinli Müslümanlardan toprak (arazi) alıp çoğalırlar ve uzun sayılmayacak bir sürede 10 katına çıkarlar.
20 yıl, ufak tefek sürtüşmelerle geçer. 1967 yılına gelindiğinde, o meşhur Arap-İsrail Savaşı patlar. Savaşı İsrail kazanır ve bölgede önemli ölçüde toprak işgal eder. Filistin’de Filistin Kurtuluş Cepheleri oluşur, ama Filistin halkı kendi arasında ikiye bölünür. Bu durum, İsrail’in işine yarar.
Yaser Arafat adlı biri çıkar ve Filistin Kurtuluş Cephesi’ne liderlik ederken, Filistin’i zora sokacak biçimde İsrail’le anlaşmalar yapar. Bir taraftan da Avrupa’da lüks içinde yaşayan müsrif genç karısına para yetiştirmeye çalışır.
Yaser Arafat ölünce. işler daha da karışır. Çünkü, Müslüman olan ve geçim derdine düşen Filistin halkına, hemen hiçbir İslam ülkesi yardım etmez. Yardım etmek bir yana, onun hakkını-hukukunu korumak için Birleşmiş Milletler nezdinde hiçbir girişimde bulunmazlar.
Özellikle topraklarından servet fışkıran Araplar, Filistin halkından bir lokma ekmeği bile esirgerler.
Türkiye, bugün olduğu gibi, başından beri hep Filistin’in ve Filistin halkının yanındadır. Ancak, Filistin’in kurtuluşu için bu yeterli değildir.
KUDÜS, İSRAİL’İN BAŞKENTİ
İsrail’in başkenti Tel-Aviv şehridir. Ancak, 1980 yılına gelindiğinde İsrail, Kudüs’ü “ezeli ve ebedi” başkent olarak ilan eder. Amerika da, bu durumu kabul eder. Açık konuşalım, bu duruma Müslüman Arapların “gık” ı çıkmaz.
Şimdiki Amerikan Başkanı Tramp, seçim vaatlerine bunu ekleyip, seçildiğinde Kudüs’ü İsrail’in başkenti yapacağın söyler ve herkesin gözleri önünde o belgeyi imzalayıp, o söylediğini yapar. İşte, olay bundan ibarettir.
TEPKİLER HAKLI VE ÇOK BÜYÜK, AMA NAFİLE!
Başta Türkiye olmak üzere, bu olaya Müslümanlar büyük tepki gösterir. Dönem Başkanı olan Türkiye Cumhurbaşkanı, İslam İşbirliği Teşkilatı’nı İstanbul’da toplar. Türkiye dışında kalan 56 İslam Ülkesi’nden 48 temsilci toplantıya katılır, Bunların sadece 16’sı Devlet Başkanı’dır. Ötekiler, koftiden temsilci olarak gelirler. Kimi Arap ülkeleri, mesela Suudi Arabistan ve Mısır Devlet Başkanları katılmadıkları gibi, selam bile göndermezler.
Müslüman Arap ülkeleri, bölünmüşlüklerini ve emperyel güçlerin kucağında oturduklarını, böylece bir kere daha gösterirler. O sebeple, Türkiye Cumhurbaşkanı’nın çırpınması boşunadır. Kudüs gitti gider, geri dönmesi nafiledir.
KUDÜS’Ü GEZDİM, GÖRDÜM!
Hem de yakın zamanda, 2011 yılında. Kudüs, tümüyle İsrail’in işgali altındaydı. Şehre, Ürdün üzerinden girdik. Girişte bizi tam 5.5 saat beklettiler. Oysa, diğer gelenler hemen geçiyordu. İsyan ettim ve bağırdım. Bir Yahudi görevli yanıma geldi ve kaşlarını çattı. Arkadaşlar, aramızı buldular, yoksa içeri zor girecektik.
Şehri, baştan başa gezdik ve hemen her yanını gördük. İlk uğrak yerimiz, Müslümanların ilk kıblesi olan Mescid-i Aksa oldu. Mabet bile, tam bir işgal altındaydı. Yahudi askerler kapıda bekliyor, zaman zaman içeri giriyorlardı. İbadet yapan Müslümanlar, hep tedirgindi.
Hz. Süleyman’ın cinlere yaptırdığı esas Mescit, zeminin altındaydı. Ancak, orası ziyarete kapalıydı. Bir yolunu bulup, orayı da gezip gördük.
Ramallah’a sokmadılar, girişinden döndük. El-Halil Şehrinde ise, insanlar evlerinde hapis gibiydiler. Sokaklarda, sadece çocukları vardı. Burada, Peygamberler Hz. İbrahim, eşi Sara, oğlu Hz. İshak, onun oğlu Hz. Yakup ve onun oğlu Hz. Yusuf’un kabirlerini ziyaret imkanı bulduk.
Kudüs, sadece Müslüman ya da Yahudilerin değil, Hıristiyanların da kutsal mekanıdır. Çünkü, şehirde Hz. İsa’ya ait çok yerler ve anılar da vardı. Onları da gördük. Ah Kudüs! Ah Kudüs! Ah Kudüs!
TEKRAR EDELİM, “KUDÜS GİTTİ, GİDER!”
Değerli okuyucularım, Bu Arap Müslümanlar birbirini yemeye çalışırken, başka kutsal yerler de elden gidebilir.
Kudüs, İsrail’in Başkenti olmuştur. Amerika’nın, kararından geri dönmeyeceğini, o yetkili ve etkililer de biliyor. Bunun, doğusu batısı boş laflardır.
Doğu Kudüs’te Büyükelçilik açmak, İsrail’in işine yarar. Çünkü, Büyük elçilikler, başkentlerde açılır. Bir şehir, iki ayrı ülkenin başkenti olamaz.
Filistin’e, hala devlet gözüyle bakan yok gibidir. Korkarım, Kudüs’teki Müslümanlar zaman içinde azınlığa düşürülecek ve Kudüs tümüyle Yahudilerin olacaktır.
Şu iyi bilinmeli ki, birbirlerini boğazlamaya çalışan ve Allah’ın mübarek kıldığı bütün değerlere sırtını çeviren Müslümanlara ya da Müslüman geçinenlere, Allah’ın tokadı büyük olacaktır. |