Gece... Ya da gecenin bir yarısı… Vaktin senin için bir anlamı veya öneminin olmadığı karanlık bir zaman kısaca.
Yeni farkına varmışsındır. Aslında hep biliyorsundur ama kanmak istemişsindir.
“Belki” demişsindir, “o gün, belki bugündür.”
Ama değildir, o “bir gün” e olan umudun iyicene çürümeye başlamıştır, senelerdir hep aynı yerde tuttuğun.
Gece ya da gecenin bir yarısı, tam da o “bir gün” umudunu alıp çöpe atmaya kararlıyken, sana o umudu veren kişiyi ararsın. Çalışma saatinin en yoğun yerinde yine de cevap verir telefona çünkü o saatte arıyorsan kötü bir zaman olduğunu bilir.
“Bodur nasılsın?”dır, ilk sözü. “Alo”ları, “efendim”leri kaldıralı uzun yıllar olmuştur çünkü. Boş kelimeler… İyi olmadığını biliyordur, o telefonu etmişsen iyi olamayacağını biliyordur. Umudunu, her ne için olursa olsun, kaybettiğini, kendin de kaybolmadan önce tanıdık bir ses duymak istediğini biliyordur.
“Bana yalan söylemiş! Bu da yalan söylemiş! Niye herkes bana yalan söylüyor ve onlara güvenmemi bekliyor? Ne yaptım ben onlara?”
O kadar alışmıştır ki bunlara, insanlarla ilgili her hayalkırıklığı yaşadığında sanki yeni dünyaya gelmiş bir bebek gibi isyan etmene alışmıştır senelerdir. O hayalkırıklığını onarması gerektiğini biliyordur seni kaybetmeden önce.
Çünkü seneler önce seni “bir kez” kaybetmiştir, sadece bir kez ama hala acı veren “bir kez”. O “bir kez”in seni nasıl değiştirdiğini, nasıl uzaklaştırdığını ve o “bir kez” yüzünden yapmaman gereken “kötü” şeyleri nasıl yapabileceğini, sonrasında bundan ne kadar pişman olacağını bilmene rağmen yapmaktan vazgeçmeyeceğini, kan dökmeye kadar varacağını biliyordur. “Kötü kadın” olmanın senin için ne kadar kolay olduğunu biliyordur. O “bir kez”i hala her gülüşünde, kırık ve biraz buruk, görmekte ve duymaktadır.
Sen kendini “bir kez” kaybetmişsindir. Ama o, o “bir kez”i hala yaşıyordur, bütün hayatınız boyunca yaşayacaktır. Aynen senin gibi, senin kadar…
“Hiç, başkalarının sevmediği gibi sevdin onları. Tatlı bir sevgi değil, hatta zor bir sevgi ama sevdin onları. Belki sadece sevmek istemiştir.”
İçinden sana bu hayalkırıklığını yaşatana sövmeye başlamıştır bile. Değmeyecek biri olduğunu biliyordur, senin de bildiğini biliyordur ama işte. Olan olmuştur.
“Bu sevgi değil!”
Senin sevgi tanımını ezberlemiştir adı gibi, güven olmalıdır, bu güven ise o “beni aldatmaz” güveni değildir. Belki seni aldatsa bu kadar hayalkırıklığına uğramayacaksındır. Seni o sevgiye muhtaç hale getirenlere bir kez daha söver.
“Bu da onların sevgisi.”
Senin ağlamamak için derin nefes aldığını duyuyordur telefonda, yine de devam eder, “Neden bu kadar önemli oldu senin için? Nesi vardı farklı?” “Önemli değil, hala değil. Sadece keşke bana yalan söylemeseydi, keşke biraz saygısı olsaydı! Derdim bu, yalan söylemesi. Bana niye insanlara iyi davranmam gerektiğini tekrar söyle...”
Sesinin yalvaran tonunu duyunca yine küfreder, okkalı küfürlerden. Ama seni kendine yaklaştırır o küfür çünkü tanıdıktır. O öfke, o kızgınlık tanıdıktır, samimidir, gerçektir. Senin için üzüldüğünü hatta sana o an acıdığını biliyorsundur. Sana söylenen yalan gibi değil, gerçektir o.
“Kendin için iyi davranman lazım, yoksa yine sadece kendin üzülürsün öyle davrandığın için”
“Ama haketmiyorlar!”
“Her insan hakeder.”
Konuşmanın nereye varacağını anlamıştır artık, senelerdir tekrarlanan aynı senaryodur çünkü. Kızgın olduğun, sinirlendiğin kişinin sana şu an yalan söyleyen kişi olmadığını ilk cümlenden anlamıştır. Kızgın olduğun o’dur. Bütün hırçınlığınla kanatmak istediğin, yaralamak istediğin o’dur.
“Bu durumda sadece ben haketmiyorum iyi davranılmayı, herkes bana istediği gibi davranabilir ama ben onlara hep şans vermek zorundayım, KENDİM İÇİN! Onlar bana kötü davrandığında bile ben onları affetmeliyim yoksa yine kendim üzülürüm, yoksa yine kendim kaybederim! Neden hep ben kaybediyorum? Birkez bile...”
Sen nefes alırken o son vuruşu bekler çünkü söyleyeceklerinin sana bir etkisi olmayacağını yıllardan beri biliyordur, sessiz kalır.
“Bana neden seneler önce yalan söylediğini tekrar anlat, bana seni neden affettiğimi tekrar anlat. Neden sana delice ihtiyacım olduğunda geri dönemediğini anlat, bana neden hep uzakta olmak zorunda olduğunu anlat. Bana bunları tekrar tekrar anlat çünkü ben artık yoruldum. Söylediğin o ilk ve büyük yalana neden inanmam gerektiğini bilemiyorum. Neden beklediğimi bilmiyorum!” |