Küçük bir çocukken bisikletten düştüğüm o gün geldi aklıma. Dizimde açılan o kocaman yara. Sanki bir daha yürüyemeyecekmiş gibi düşünüp nasılda ağlamıştım. Ufacık yaradan akan birkaç damla kan o kadar büyümüştü ki gözümde, vücudumdaki tüm kan akmış gibi hissetmiştim. Tamam işte tüm bacağı kaybettim deyivermiştim o çocuk masumiyeti, o çocuk hayal gücüyle.
Aradan geçen birkaç zaman sonrasında yara bandını kaldırıp kabuk tutan yaraya bakar, nasılda acırdım kendime. En değerli şeydi o yara bandı. Yaramı kapatan, beni koruyan en değerli nesneydi benim için. Yara iyileştikçe, kapanmaya yüz tuttukça nasıl da kaşınır sık sık hatırlatırdı kendini. Ama olsun yara bandım en kıymetlim vardı. O süreçte benim en yakın sırdaşımdı o yara bandı. Gerçekte küçük ama hayal gücümde kocaman olan yara yüzünden bir daha binmemiştim bisiklete. Küçük ve uslu bir çocuk olup, kenardan arkadaşlarımın bisiklet yarışlarını seyretmeye vermiştim kendimi. Daha o günlerde belliymiş aslında, hemen pes edip canımın ilk acısında her şeyden vazgeçeceğim.
Bir gün yara bandım kendiliğinden düştüğünde, farkına vardım yaramın kapanmış olduğunun. Zaten eskisi kadar acımıyordu. Nasılsa yarama derman olan en kıymetlim YARA BANDIM vardı. Zaman geçtikçe, kabuğu soyulan o yaradan geriye tek bir iz bile kalmamıştı. Ve benim için çok değerli olan yara bandının da bir anlamı kalmamıştı artık. Bir anda kıvırıp atmıştım çöpe kendi elimle. Bir daha asla bisiklete binmeyeceğim diye defalarca sözler vermiş olsam da kendime, bir anda yokuştan aşağı salınmış buldum kendimi, bisikletin üstünde. Saçlarımın rüzgarda ki savruluşunun verdiği haz hiç yaşanmamış gibi unutturmuştu bana, yarayı da yara bandını da…
Aradan geçen onca zamandan sonra “keşke” diyor insan “keşke sadece düştüm diye açılsaydı yaralar, sadece düştüğüm için dökülseydi gözyaşları.” Şimdiler de öyle mi? Hayatın içinde her gün başka bir hikaye, bambaşka bir mücadele. Sabahları hayatın bize hazırladığı bu gün ki süprizler nedir? diye uyanır olduk. Her gün farklı sıkıntılar ile boğuşmaktan unuttuk yaşamın hazzına varmayı. Şimdiler de yüreğimiz, zihnimiz yara bere içinde…
En fenası da yüreğimizde açılan yaralar değil mi? Öyle ki bir gün biri çıkıyor karşına. Ne kadar dirensen de dayanamayıp kapılıyorsun rüzgarına. Sevmek kelimesinin hakkını veriyorsun her tavrında. Yüreğini açıyor, ömrünü veriyorsun. İşte tam bu noktada kocaman bir yürek yarası kalıyor sana. Hani elinden tutup “hadi ölüme gidiyoruz” dese sorgusuz peşine düşeceğin insan seni ihanetin ateşi ile kavuruyor. Öyle bir yara açıyor ki yüreğinde ne yapsan da geçmiyor, sürekli kanıyor. Yüreğinde ki yaraya bir derman arayıp duruyorsun. Ne gündüzün farkında oluyorsun, ne de gecenin. Hepsi birbirine karışmış, her şey anlamsız. Öyle bir can acısı, yürek acısı ki ne teselli edecek bir dostun oluyor etrafında ne de acına hafifletecek bir derman bulabiliyorsun derdine. Bu son deyip, bir daha kimseye yüreğini açmayacağına dair sözler veriyorsun kendine. Ama bakıyorsun ki olmuyor işte. Hayat akıp gidiyor ve sen ister istemez toparlanmak zorunda olduğunun farkına varıyorsun. Bulduğun ilk çözüm en klasik ve saçma olanı oluyor genelde. Hani derler ya “çivi çiviyi söker” diye. Bu can acısı, hırs ve azimle çıkıyorsun yola. Karşına çıkan ilk kişide “tamam buldum” diyorsun. Halbuki o, senin canının acısıyla farkına varmadan kanayan yarana “yara bandı” olarak kullanacağın kişi. Ne O senin derdine derman olacak güce sahip, ne de senin gücün var O’nu sevmeye. Önceleri her şey güzel geliyor, her şey yolundaymış gibi. Aynı yaranı örtüp kanamasını durduran yara bandının görevini üstleniyor hayatına yeni aldığın kişi. Sana iyi gelmesi hep bu yüzden. Oysa bazı gerçekler var, gözardı edilmemesi gereken. Yaraları iyileştirecek olan tek şey sadece zaman. Gerisi boş, gerisi koskoca bir yalan.
Siz siz olun, kimseyi yokluğunda derin yaralar bırakacak kadar, yüreğinize almayın. Hiç kimsenin “keşke” dedirtecek kadar, yüreğinde yaralar bırakmayın. Ya da yaralar iyileştiğinde ilk gözden çıkarılacak kişi olmayı, “yara bandı” olmayı kabul etmeyin. Çünkü hayat, bir başkasına ne yaşattıysanız size aynısına yaşatacak kadar adil. Çünkü hayat gülümsediğiniz, mutlu olduğunuz, keyifli zaman geçirdiğiniz anıların toplamı. Çünkü hayat, kaybettiklerimize ağlayıp sızlanacak kadar uzun değil. Şimdi elimizdekilerin kıymetini bilip, şükredip, tadını çıkarma zamanı… |