Paylaşımında Okuyan “Çok açık ki, Türkiye uzun bir süredir Moskova ve Vaşington arasında oluşan manevra alanını terk etmeye ve daha Amerikancı bir çizgiye yerleşmeye başlamıştır. Bir açıdan 2009’a geri dönüyoruz. Yeni-Osmanlıcılığın ikinci sürümüdür bu.” ifadelerine yer verdi.
Türkiye Komünist Partisi “yeni çözüm süreci”ne ilişkin yaklaşımını dünkü açıklaması ile kamuoyu ile paylaşmıştı. Bugün Bahçeli konuştu ve belli ki, başkaları da konuşacak. Bizim değerlendirmemiz aynı. Biz kan damlayan bir dildense anlaşmaya, görüşmeye çağıran bir dili elbette tercih ederiz. Ancak mesele bu iniş çıkışların arka planıdır.
Bu arka planın “ABD ve İsrail’in planlarını bozma, iç cepheyi sağlama alma” şeklinde açıklanması hiç ikna edici değil. Yıllardır, Kürt sorunundaki yaklaşımların bu sorunu emperyalistlerin elinde ciddi bir enstrümana dönüştürdüğünü söyledik. Bırakın son zamanları, Cumhuriyet’in ilk dönemlerinde, aşiret yapısının dağıtılmamasının ve Kürtçe üzerindeki yasakların sonucunda Kürtlerin çözümü emperyalistlerden bekler hale geldiğini söyleyen Komünist Enternasyonal ve Türkiye Komünist Partisi’ydi.
Bugün ciddi bir hazırlığın ardından devreye sokulduğu belli olan yeni sürecin iç politika ve dolayısıyla Anayasa kadar önemli bir boyutu bölgeseldir. Dikkatle baktığımızda Türkiye’nin dış politikası çok büyük hızla ve bir kez daha Suriye ve İran’la karşı karşıya gelişe doğru gitmektedir.
Türkiye’nin Azerbaycan-Ermenistan savaşında İsrail ile birlikte Azerbaycan’a yardım ettiği, bugün de Azerbaycan’ın İsrail’le giderek derinleşen bir ekonomik-askeri işbirliği içinde olduğu açıktır. Türkiye’nin bu işbirliğinin dışında olduğuna dair hiçbir belirti yoktur. Dolayısıyla AKP’nin İsrail karşıtı söylemi bizim için bir noktadan sonra özel bir anlam ifade etmemektedir.
Resmi ağızlardan söylenen, İsrail’in ve ABD’nin Türkiye’yi tehdit ettiği, Türkiye’nin de bu tehditleri bertaraf etmek için inisiyatif aldığıdır. Bu acaba İsrail ve ABD’nin saldırganlığının Türkiye’yi bazı politikalara ikna ettiğini, özetle şantajın işe yaradığını mı göstermektedir?
Dediğimiz gibi, resmi açıklamalar bir anlam ifade etmiyor. Erdoğan BRICS için gidiyor, Kazan’da Putin’le görüşecek ama ondan önce Mehmet Şimşek ABD’ye yollandı ve G20’de kredi ve yatırım peşinde koşacak, dünyanın en önemli finans kuruluşlarına güven vermek için toplantılar düzenleyecek. Erdoğan’ın yolculuğu mu, Şimşek’in mesaisi mi belirleyici? Hastanelerdeki korku filmini çeviren kâr hırsıdır. Türk dış politikasını belirleyen de budur. Çok açık ki, Türkiye uzun bir süredir Moskova ve Vaşington arasında oluşan manevra alanını terk etmeye ve daha Amerikancı bir çizgiye yerleşmeye başlamıştır.
Bir açıdan 2009’a geri dönüyoruz. Yeni-Osmanlıcılığın ikinci sürümüdür bu. Piyasacı, Amerikancı, dinci bir yönelimi “yerli ve milli” diye yutturmayı deneyecekler. Türkiye’de ekonominin yeniden yapılandırılması adı altında bütün yükü emekçilerin çektiği ağır bir dönemi “iç cepheyi güçlendiriyoruz”la geçiştirecekler.
Evet, Türkiye’de barış olsun, kardeşlik olsun. Ama hangi zeminde? Bizi ilgilendiren budur.
Ha bir de, bu ülkede sırtını devlete dayayıp ağzıdan kan damlayan söylemler geliştiren, elinde yağlı urganla gösteriler düzenleyip 12 Eylül bildirilerinden türeme berbat ve dehşet “sözde” Türkçeyi vatanseverlik sananlara bütün bu olanlar ders olsun. Bir daha bu barbar dili konuşmadan önce artık 3 kez düşünürsünüz.
|