Tayyip Bey’in çocukları, kamuoyunda öteden beri çok tartışılıyor. İki oğlunun da kısa sürede büyük servet sahibi olması, tartışanları haklı çıkarıyor. Şimdi de, oğul Bilal’in İtalya’ya kaçtığı söyleniyor. Merhum Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel çiftinin çocukları olmadı. Onu, Cumhurbaşkanı iken havaalanında karşılamaya gittiğimde, yakın dostları da yanında vardı. Protokol Salonu’ndaki sohbet sırasında, çocuktan açılmıştı. Demirel, “Ben, fazla üstünde durmadım, ama Nazmiye Hanım çok istiyordu.” dedi ve ekledi.”Çocuk yetiştirmek, çok zor.” Çocuğu olmamasına rağmen Demirel, yeğenlerinden çok çekti. Yeğen Yahya’nın mobilya yerine sunta ihraç etmeye kalkması ve resmi makamları yanıltırken yakalanması, amcasının başına büyük dert olmuştu. Muhalifleri, bu olayı Demirel’i yıpratmak için çok kullandılar. Yahya Demirel, Zonguldak Cezaevi’ne kondu. Eski İstanbul Valisi Nevzat Ayaz da, o sırada Zonguldak Valisi’ydi. Vali olarak, Cezaevindeki Yahya’ya sahip çıktı. Yahya, Valinin sayesinde hiç bir sıkıntı çekmedi. Süleyman Demirel tekrar Başbakan olunca, Nevzat Ayaz’ı bu hizmetinden (!) ötürü ödüllendirip, hemen İstanbul Valisi yaptı. ÖTEKİ LİDERLERİN ÇOCUKLARI DA, BAŞLARINA DERT OLDU Bülent Ecevit’in de, Süleyman Demirel gibi çocuğu olmamıştı. Bildiğimiz kadarıyla, bu durumdan onun ve eşinin hiçbir yakınması yoktu. Necmettin Erbakan’ın kızları pek ortalıkta görünmese de,oğlu Fatihortalığı karıştırmaya yetti. Siyasete bulaşıp, babasının siyasi mirasından faydalanmaya kalkan Fatih, bu tavrından ziyade babasının bıraktıklarını kardeşleriyle paylaşırken çıkan kavgada gündeme geldi. Kız kardeşleriyle mahkemelik olan Fatih Erbakan, dostların araya girmesiyle babalarınınbıraktığı o büyük serveti, nihayet paylaşabildiler. Babasını hapse düşüren “kayıp trilyon”un da nereye gittiği, böylece anlaşılmış oldu. Alparslan Türkeş’in çocukları da, Erbakan’ın çocuklarından geri kalmadılar. Onların paraları, İngiliz Bankalarındaydı. Onlar da bölüşemediler ve kavga ettiler. Olay basına yansıdı. Sonra, onlarda aralarında anlaşıp, olayın büyümesini önlediler ve o büyük serveti paylaşmasını bildiler. Turgut Özal’ın eşi ve çocukları, kavga çıkarmadan babalarının mirasını paylaştılar. Çünkü onlar, daha babaları ölmeden herşeyi üzerlerine almışlardı.O sebeple, kavgaya gerek yoktu. Mesut Yılmaz’la Tansu Çiller’se, yaşanan olaylardan ibret alıp, aile içinde mal paylaşımı gibi bir problemin içine girmediler. Kol kırıldı, yen içinde kaldı. Paralar da, ortalığa saçılmadan ceplerinde kaldı. TAYYİP BEY, AÇIK VERDİ Tayyip Erdoğan, daha Belediye Başkanı’yken büyük konuşmuştu.Bir konuşmasında, “Hırsızlık, oğuldan babaya değil, babadan oğula geçer.”demişti ve bunu ispatlayıp, doğru söylemişti. Aynı Tayyip Bey, “Bir gün zengin olduğumu görürseniz, bilin ki çalmışımdır.” diyerek, sözlerini icraatıyla yine doğruladı. Paralelci dedikleri Cemaatin tezgahladığı 17 ve 25 Aralık 2013 operasyonunda eve depolanan paraların gün boyu tahliyesinin sürmesi ve onun tabiriyle gün batımına kadar sıfırlanamaması, her şeyiortaya koymuştu. Bütün inkar etmelere rağmen, ses kayıtları olayı doğrulamaya yetmişti. İki oğlunun da, kısa sürede büyük servet sahibi olmaları, yine ikisinin de armatörlere taş çıkartırcasına büyük armatör olarak gemiciklere(!) sahip olmaları, bütün dikkatlerin üzerlerinde toplanmasına yetti ve arttı. Hele, küçük oğlu Bilal’in kurduğu Vakfının büyük paralara ve mal varlığına kavuşması, öteki Vakıfları imrendirdi. Kimlerin, ne maksatla bu Vakfa bağış yaptıkları ise, çok açıktı. Netice itibariyle, iki kardeşin kısa sürede çok zengin olmaları kamuoyunu sürekli meşgul ederken, milletin de iyiden iyiye tepkisini çekti ve çekmeyedevam ediyor. Halkın büyük tepkisini çeken kardeşler, hiç kuşkusuz ki eskisi kadar huzurlu ve mutlu değiller. Öyle sanıyorum ki, “Keşke bu kadar paramız ve malımız olmasaydı da, itibarımız olsaydı.” demişlerdir. Ne var ki, hiçbir toplumda “itibar” denilen o büyük zenginlik, parayla satın alınamıyor. BİLAL, KAÇTI MI? İki günden beri, Bilal’in eşini ve çocuğunu alıp, İtalya’ya kaçtığı söyleniyor. Ben, kaçtığını sanmıyorum. Kendi beyanına göre, İtalya’daki bir Üniversitede “Doktora” yapacakmış. Yani, bir süre burada kalacak. O sebeple çocuklarını da orada bir okula kaydettirmiş. Doğru olabilir, ancak Amerika’ya okumaya giderken. “İmam Hatip mezunu olduğum için Üniversiteye almadılar.” demişti. Şimdi ise, öyle bir engel yok. Türkiye’de istediği Üniversitede pekala“Doktora” yapabilir. Kaldı ki o, İtalyanca da bilmiyor. İtalyanca öğrenip de doktora yapması, gereksiz ve zaman israfı olacağından, inandırıcı olamaz. O halde, “Kaçtı” diyenlere hak vermemek mümkün değil. Eğer, öteki kardeş de, başka bir bahaneyle yurt dışında kalmaya çalışırsa, artık Türkiye’den gidiyorlar demektir. Geriye, babalarının uçağına atlayıp onları ziyaret etmesi kalır ki, uçağın tekrar geri dönmesini bekleriz.