Her yörenin, kendine has ve değişik adetleri vardır. Vize’ye bağlı Kıyıköy Beldesi’nde yaşayanların da. Ama, onların ki biraz daha değişik. Anlatılanlara göre, pek de sevimli değil(miş) .
Doğal hayatı, şehir hayatından daha çok severim. Bu durum belki de, çocukluğumun köyde ve doğanın tam içinde geçmiş olmasından kaynaklanabilir.
Yaşadığımız yakın çevremiz, yani Saray ve çevresinin en göze batan özelliği, doğal hayatın simgesi olan ormanlara çok yakın olmasıdır.
Bir adı Yıldız dağları olan Istranca’ların eteğinde yer alan ilçemizin merkezi olmasa da, kimi köyleri ormanlarla iç içe. Mesela Güngörmez köyü, mesela Bahçeköy, mesela Ayvacık, mesela Sefaalan gibi köylerimiz, doğanın bu güzellikleriyle çevrilmiş durumda.
Geçtiğimiz Pazar günü eşimle; “Bu Pazar’ı nerede geçirelim?” diye düşünürken, bu köylere gitmek istedik.
Güngörmez’de biraz oyalandıktan sonra, Bahçeköy’e doğru yol alırken, sağ tarafta Aksicim 12 km, Balkaya 17 km yazılı küçük bir tabela vardı.
Daha önce, her iki köyü de görmemiştim. Direksiyonu, sola kırıp orman yoluna girdik. Toprak yol, pek bozuktu. 4 km gittikten sonra düzeldi. Asfaltı andıran, ancak yine de düzgün olmayan yeni bir yol başladı.
Yolcusu pek yoktu. Yani ne geleni, ne de gideni vardı. Ama, sağımız ve solumuz tam bir doğa harikasıydı. Ormanın derinliklerine doğru, büyük bir keyifle ve temiz havanın rahatlığı ve huzuru ile yol aldık.
Aksicim köyü, ormanın içinde kurulmuştu. Ancak, kendi haline tek edilmiş ve unutulmuş bir köydü. 120 hanelik köy, küçüle küçüle 60 haneye düşmüştü. Köyde, 240-250 kişi yaşıyordu. Çünkü, ayrılan bir daha geri dönmüyordu.
Köyün iki kahvesi vardı. Ramazan sebebiyle biri kapalı, diğeri açıktı. Açık olanın önünde oturup, köylülerle konuştuk. O kadar dertliydiler ki.
Nasıl dertli olmasınlar? Köyde, bir karış tarım arazisi yoktu. İçinde yaşadıkları ormandan da artık yararlanamıyorlardı. Ağaçlarda seyreltme yapılıyor, ancak dallarını yakacak olarak kullanabiliyorlardı. Maktalar da kaldırılmıştı.
Köyde, hayvancılık da bitme noktasındaydı. Çevreyle bağlantı yolları da düzgün olmayınca, tamamen kaderlerine terk edilmişlerdi.
Laf arasında, “Seçimde, oylarınızı hangi partiye verdiniz?” dediğimde, hepsi “AKP’ye” dedi. Ben de, hiç düşünmeden, “Siz, bütün bunları hak etmişsiniz.” demek zorunda kaldım.
Köyün 2 km yakınında, İstanbul’un suyunun üçte birini karşılayan “Kazandere Barajı” vardı, ama faydası sadece İstanbullularaydı.
Köyde, bir İlkokul ve 2 öğretmeni varken, nüfus azalınca okul kapanmış ve taşımalı eğitime geçilmiş. Çocuklar, minibüsle 30 km ötedeki Vize’ye gidiyorlar.
GELELİM, YAZININ BAŞLIĞINA
“Kıyıköylü’ler, Böyle Olamaz!” başlığını görünce,, sebebini merak ettiğinizi biliyorum. Ben de, anlatılanları merakla dinledim.
Eski adı “Midye” olan ve Vize ilçesine bağlı bulunan Kıyıköy, Saray’a 30 km uzaklıkta ve Karadeniz’in tam kıyısında.
Kırklareli Büyükşehir olamadığı için, Kıyıköy hala bir Belde konumunda. Yerleşim merkezi, bir kalenin içinde. Beldeye girmek için büyük bir Kale Kapısı’ndan geçiliyor.
İşte, o kalenin içindeki Kıyıköylülerle, kalenin dışında kalan Kıyıköylüleri farklı anlatıyorlar.
Aksicim’de, taşımalı eğitim konuşulurken, köylülere, “Çocuklarınızı, 7 km ötedeki Kıyıköy’e göndermek yerine, neden 30 km uzakta bulunan Vize’ye gönderiyorsunuz?” diye sordum.
Hepsi bir ağızdan, “Kıyıköylüler bize ve dışarıdan gelenlere düşman gibi davranıyorlar. Yalnız halkı değil, okul çocukları da çocuklarımıza kötü davranınca, çocuklarımızı mecburen Vize’ye gönderiyoruz.”
Şaşırdım. 7 km yakında okul varken, her gün 30 km’lik bozuk yoldan okula gitmek, hiçbir mantığa uymuyordu. Ancak, onlar bu külfete katlandıklarına göre, galiba haklıydılar.
O sırada, Kahvenin önünden iki çocuk geçiyordu. Çağırıp, onlara da sordum. “Kıyıköy’e katiyen gitmeyiz. Vize’ye devam edeceğiz.” diyerek, Kıyıköylülere ciddi tepki verdiler.
BU ÖFKE, NİYE?
Şaşkınlığım devam edince, köylüler anlattılar. Biri öfkeyle ve heyecanla ayağa kalktı ve; “Kıyıköylüler, dışarıdan gelenlere saygılı değiller. Arabanızı bile kısa bir süre için bir yere park etmek istediğinizde, hemen tepki veriyorlar. Araba, orada uzun süre kalırsa çiziyor ve araca zarar veriyorlar. Karşılık verirseniz, birlik olup kavga çıkarıyorlar. Köpekleri bile, yolun üstüne yatıyor ve size yol vermek istemiyor. Bütün bunlar, kalenin içinde oluyor. Kalenin dışına çıkıldığında, huyları düzeliyor.” deyince, bir kere daha şaşırdım.
Ben, Kıyıköy’e defalarca gittim. Zaman zaman, kıyısında denize de girdik. Hiçbir tatsız olayla karşılaşmadım, Hiçbir Kıyıköylü’nün saygısızlığını da görmedim. Ama, anlatılanlar benim düşündüklerimin ve yaşadıklarımın tersi yönündeydi.
KIYIKÖYLÜLER, DAHA DİKKATLİ OLMALI
Eski adı Midye olan Kıyıköy’ün, bizim yakın tarihimizde de önemli bir yeri var. Lozan Anlaşması’nda, Midye ile Edirne’nin Enez ilçesinden geçen çizgi, bir ara sınır olarak kabul edilmiş ve hala tarih kayıtlarında yazılıdır.
Kıyıköy’ün, denize kıyısı ve tarihi eserleri sebebiyle ziyaretçileri ve yazlıkçıları var. Dışarıdan gelen halk bu beldeye nasıl ilgi gösteriyorsa, Kıyıköy halkının da gelenlere saygı ile yaklaşıp, hoşgörüyle davranması gerekir. Çünkü, ekonomik yönden de gelen o yabancılara ihtiyaçları var.
Ben, anlatılanların biraz abartılı ve duygusal yaklaşımları ifade ettiğini sanıyorum. Kıyıköy, çok güzel bir beldemiz. Bilmeyenlerin, gidip görmelerini tavsiye ederim. Kimi sakinlerinin kusurları varsa, bütünü öyle değil. Olmuşsa, hatalarını düzelteceklerini umut ediyorum.
***
Çevreyi biraz daha tanımak için, önce Kazandere Barajı’na gidip, barajı ve balık tutanları seyrettik. Oradan da Balkaya Köyü’ne doğru yol aldık.
Tekrar edelim, bu yol da tam bir doğa harikasıydı. Yolun iki yanında, Alabalık Tesisleri vardı. İsteyen, balığı orada yiyor, isteyen temizletip evine götürebiliyordu.
Her gittiğimiz yerde biraz mola verdikten sonra yola devam edip, Akpınar ve Okçular Köyü’nü de gezip, Saray’a vasıl olduk.
Oturup, kendi kendime hayıflandım. Dünyayı dolaşmaya çalışırken, burnumuzun dibindeki harikaları görmemiştik.