Cumhurbaşkanı’na, böyle bir sınırlama koymaya hiç kimsenin hakkı yok. Yok, ama her gün konuşan bir Cumhurbaşkanı’nın da, ülkeye faydası yok.Hatta, bölücü konuşmalarıyla çok kere zararı var.
Değerli okuyucularım, 2’nci Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nü, Başbakan iken tanıdım. Celal Bayar’dan itibaren bütün Cumhurbaşkanlarını ise, tanıyorum. O görevleri yaparken, onların halkla olan temaslarını, basın yayın organlarına çıkıp yaptıkları konuşmaları, hep yakından izledim.
Mesela, Türkiye Cumhuriyeti’nin 3’ncü Cumhurbaşkanı Celal Bayar, basının önüne pek çıkmazdı. Başvekili Adnan Menderes ise, özellikle çıkıp konuşmaz, çeşitli vesilelerle basının sorduğu sorulara cevap verir, zorunlu olmadıkça basının karşısına o da çıkmazdı.
Çok iyi hatırlıyorum, o dönemde bugünkü gibi çeşitli salon toplantıları düzenlenmez ve Başbakan da gidip konuşmazdı.
4’ncü Cumhurbaşkanımız Cemal Gürsel ise, zaten asker olduğu için hemen hiçbir toplantıya katılmaz ve basının önüne çıkıp konuşmazdı. Zorunlu hallerde basın toplantısı yapar, söylenecekleri söyledikten sonra, kendisine soru bile sorulmazdı.
5’nci Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay’ın hitabeti, pek başarılı değildi. O da askerlikten geldiği için basının önüne fazlaca çıkmaz, basın toplantısı bile yapmazdı. Söylenmesi gerekli olanlar, Cumhurbaşkanlığı Basın Bürosu tarafından açıklanır ve gazetelerde haber yapılırdı.
6’ncı Cumhurbaşkanı da askerlikten gelmeydi. Diğerlerinden farkı, o bir denizciydi. Fahri Korutürk de fazla konuşmayı sevmez, basın toplantısı filan düzenlemezdi. Onun döneminde, siyah beyaz televizyon yayına geçtiyse de, o televizyonu da kullanmazdı.
İlginçtir, 7’nci Cumhurbaşkanımız da askerdi. Ancak o seçimle değil, bu göreve darbeyle gelmişti. Kenan Evren, önce Devlet Başkanı, daha sonra da Anayasa oyalamasıyla Cumhurbaşkanı oldu.
Evren, konuşuyordu. Çünkü, yaptıkları darbenin haklılığını anlatmak zorundaydı. Yalnız radyo ve televizyonda değil, meydan toplantılarında da halka hitap ediyor ve sürekli darbeyi anlatıyordu. Cumhurbaşkanı seçildikten sonra, onun döneminde Başbakanlık yapan Turgut Özal, ona konuşmak için zaten hiç fırsat vermiyordu.
Kenan Evren görevi bırakınca, Başbakanı Turgut Özal 8’nci Cumhurbaşkanı oldu. Özal, Başbakanlığından beri konuşmaya meraklıydı. Siyah-beyaz televizyonlar renkli televizyonlara dönüşüp, özel televizyonlar da çıkınca, Özal konuştukça konuştu.
Ne var ki, Turgut Özal konuşmalarında bölücü değil, birleştirici konuşuyordu. İki avucunu kenetleyip başının üstüne koyunca, hep birlik ve bütünlükten söz ediyordu. Zaten, seçime girerken de bütün eğilimleri birleştirmek maksadıyla çalışacağını söylemişti.
9’ncu Cumhurbaşkanımız Süleyman Demirel, Özal’ın ölümüyle olağanüstü bir durumda Cumhurbaşkanı seçildi. Uzun yıllar Başbakanlık yapan Demirel’e, halk alışıktı. Demirel de bölücü değil, hep birleştirici davrandı. Ulu orta, hiç konuşmadı.
10’cu Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer ise, hepsinden sakindi. Basının karşısına, hemen hemen hiç çıkmadı. Basın toplantısı filan düzenlemedi. Salon toplantılarına katılmadı. Ama, hep birleştirici davrandı. Önemli günlerin dışında, basın yayın organlarının karşısına çıkmadı ve polemik de hiç yapmadı.
11’nci Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, bu iktidarın seçtiği Cumhurbaşkanı’ydı. Onun da, sık sık basının karşısına çıktığını ve salon toplantıları yapıp konuştuğunu pek görmedik. Kimi davetlerin dışında, tören ve toplantılara katılmayıp, bölücü konuşmalar yaptığına da tanık olmadık.
Olmadık, ama bağımsız ve tarafsız olması gerekirken, tarafsız kalmadı ve iktidarın yandaşı gibi davranıp, halkın o yönden takdirini kazanamadı.
Kendisinden önceki hiçbir Cumhurbaşkanı, Çankaya’ya israfı sokmadığı halde, Abdullah Gül Çankaya’da israfın katmerlisini yaptı. Köşk harcamaları ve sürekli dış gezileri sebebiyle, çok masraflı bir Cumhurbaşkanı olarak tarihe geçti.
O kadar ki, bu görevden ayrılalı 5 aydan fazla bir süre geçtiği halde, İstanbul’daki Huber Köşkü’nden hala çıkmadı. 40’ın üzerinde personel, bir o kadar Koruma Polisi, 18 Mercedesmakam arabası ve kullandığı diğer imkanlarla, bütçeden oluk gibi paraları harcamaya devam ediyor.
GELELİM, 12’NCİ CUMHURBAŞKANI’NA
12’nci Cumhurbaşkanımız Tayyip Erdoğan, geride kalan hepsini mumla arattı. Bir değil, iki sebeple arattı.
Birincisi, yaptırdığı Saray’la israfın hudutlarını iyice aştı. 40 milyon vatandaşımız yoksulluk sınırında yaşarken, millete hizmet için toplanan vergileri lüks ve şatafata harcadı ve harcamaya devam ediyor.
Korunması ve kendisine hizmet edilmesi için kullandığı personelin ve hizmet araçlarının faturası ise, şimdiye kadar hiç görülmemiş boyutta ve ağırlıkta.
İsraf,hız kesmeden hemen her gün devam ediyor.
Öteki Cumhurbaşkanlarını aramamızın ikinci sebebi ise, artık tarafsız olması gereken Tayyip Bey’in, Başbakanlık’taki tavrını hiç bırakmaması. Zaten, Cumhurbaşkanı olarak değil, daha çok Başbakan gibi davranıyor ve konuşuyor. Hem de, hiç durmadan konuşuyor.
Cumhurbaşkanı’nın konuşmalarına, fren koymak gibi bir yetkimiz yok. Onun da, konuşmaya pek tabii ki hakkı ve yetkisi var. Var, ama konuşmaları hiç de birleştirici değil, tam tersine hep bölücü, milleti sürekli kamplara ayrıştırıcı konuşmalar. Üstelik, öfkeli, sinirli, ağır ve kırıcı konuşmalar.
Oysa, Cumhurbaşkanı konuştuğu zaman millet keyifle ve dikkatle dinlemeli ve moral bulup, mutlu olmalıdır. Onu, öfkeli görenler de öfkeye kapılıyor ve halk onun gibi düşünen ve düşünmeyenler olarak ikiye bölünmüş oluyorlar. Bu durum, çok tehlikeli bir durumu ortaya koyuyor.
Tekraren ifade etmeliyim ki, Cumhurbaşkanı’nın konuşmasına karışamayız. Ancak, bu küçük köşeden hatırlatmak isteriz ki, Sayın Cumhurbaşkanı konuşmalarını biraz seyrek yapsa, böylece kendisini özletse ve yaptığı konuşmalarda sadece yandaşlarını değil, bütün milleti kucaklasa, çok daha iyi olmaz mı?
Bizimkisi, sadece temenni. Yüzlerce danışmanı var. Acaba onlar bu konuda ne düşünüyor ve onunla neleri konuşuyorlar?