Ülkelerindeki iç savaş sebebiyle 2 milyon Suriye’li Türkiye’ye kabul edildi. Sayının, daha fazla olduğu söyleniyor. Zorla girmediler, biz çağırdık. Çağırdık, ama hemen hepsi perişan oldu.
Tayyip Bey, Başbakanlığı döneminde “Gelsinler” dedi ve kapılar açıldı. Komşularımızla en uzun sınıra sahip olduğumuz Suriye sınırı, baştanbaşa açıldı ve bu insanlar savaştan kaçarak Türkiye’ye sığındılar.
Suriye’yi, barış zamanında epeyce dolaştığım için, geldikleri yerleri ve geçtikleri yolları biliyorum.
Tayyip Bey, bu insanları yardım maksadıyla değil, eski dost ve yeni düşmanı Esad’a karşı kullanmak ve Esad’ı mağlup etmek için davet etti ve kabul etti.
Gelenlerin önemli bir kısmı, kırsal kesimin insanlarıydı. Yoksul ve çaresiz insanlardı. Türkiye’den başka sığınacak yerleri yoktu. Onlar, ellerine ne geçtiyse alıp, sırf canlarını kurtarmak için geldiler. Paraları pulları da yoktu.
Bir kısmı ise, biraz varlıklı kesimden sayılırdı. Onlarsa, biriktirdikleri paralarını, varsa ziynet eşyalarını alıp geldiler. Kimi, araçlarıyla, kimileri ise komşularının yardımıyla gelebildiler.
Bu kişileri kabul etmeden önce, hükümet ciddi hiçbir tedbir almadı. Yani, bunların barınabileceği yerler gereği gibi hazırlanmadı. Boş buldukları yerlere yerleştirildiler. Üstelik, göçler peşpeşe devam edince, sıkıntı giderek arttı.
Bu insanlar, normal şartlarda yaşanabilecek yerler yerine, pek de uygun olmayan yerlere sıkıştırıldılar. Hatta bir kısmı, derme çatma çadırlarda barınmak zorunda kaldılar.
Önceleri dağıtılan sıcak yemek yerine, daha sonra soğuk kumanya verilirken, bir süre sonra bu gibi imkanlarda kısıtlandı ya da kaldırıldı.
Bunun üzerine, gelenlerin bir kısmı şehirlere dağıldılar. Parası olanlar ev kiralarken, olmayanlar bir iş bulup para kazanmayı ve barınabilecek başka bir yer aramayı yeğlediler.
Zaman için şartlar daha da ağırlaşınca, göçmenler bu defa başta İstanbul olmak üzere, Türkiye’nin her tarafına dağılmaya başladılar.
İşte, ne olduysa ondan sonra oldu. Dağılanlar, çeşitli illere giderken, çoğu İstanbul’un yolunu tuttu.
Çalışıp kazanmak isteyenler, iyi-kötü kendilerine birer iş buldular. Hatta parası olanlar, küçük çaplıda olsa yeteneklerine göre işyeri bile açtılar.
Çalışma hevesi olmayanlarsa, ya dilencilik ya da hırsızlık yapmayı tercih ettiler. Bunların çoğu, böylece topluma zararlı bir hale geldiler. Kavgalara karışanlar da çabası.
Bir kısmı ise, daha kötüsünü yaptı ve fuhşiyata bulaştılar. Böylece, çoğunun hayatı bir drama dönüştü.
HÜKÜMET, ÇAĞIRDI AMA GEREĞİ GİBİ SAHİP ÇIKMADI
Hükümet, işin başında hesabını iyi yapamadığı için, gelenlerin sayısı tahmin edilenden fazla çıktı. Sözünden geri dönemeyince de, gelenlerin hepsini kabul etti.
Başta Birleşmiş Milletler (Mülteciler Yüksek Komiserliği) olmak üzere, dışarıdan da maddi yardım istedi, ama yardım eden olmadı.
Suriyeli mültecilerin Türkiye’nin bütçesine tam 3 milyar liralık bir zararının olduğu söyleniyor. Bırakın 3 milyarı, bunun yarısı bile bizim için önemli bir zarar ve önemli bir kayıptır.
Yüce dinimize göre, sokakta kalmış çaresiz insanlara yardım etmek gerekir. Ancak, savaş gibi insanlığın felaketi olan bir olayı tırmandırarak değil, onu önlemek de dinimizin bir gereğidir.
Tayyip Bey, bunu yapmak yerine, yangına körükle gitti. Üstüne farz olmadığı halde, Esad’ı devirmek için hem o insanları perişan etti, hem de ülkemizi maddi ve manevi büyük zarara soktu.
Türk halkı, düşene yardım eden bir halktır. Nitekim, bu insanlara sahip çıktı. Ancak, halkımız büyük geçim sıkıntısı çekerken, gereksiz yere bu milletin rızkını başka yerlere harcamak, hiç de doğru olmadı.
Çünkü,durduk yere bir komşu düşmanlığı yaratılmasaydı, bu insanlar yerlerinden olmayacak ve ülkemiz de gereksiz yere bu kadar masrafa girmeyecekti.
AKP iktidarı yalnız bu olayda değil, nereden bakarsanız bakın bu ülkeyi yönetemedi, yönetemiyor. Yunanistan bile, din istismarı ile oy toplamaya çalışanları daha fazla taşımayıp, sırtından atıverdi.
Önümüzdeki seçimlerde, inşallah biz de aynı şeyi yaparız.