Çoğumuzun hayatta en çok istediği şey aşktır. Ne enteresandır ki, çoğumuzun en çok korktuğu şey de yine aşktır. Acı ama gerçek! Milyonlarca insan, bu duygu ikilemi yüzünden rahat yüzü görmüyor. Önce istiyorsunuz, sonra itiyorsunuz. Sizi seven, sevebilecek ve sevmeyi isteyen birisini bulduğunuzda bir şekilde ilişkiyi baltalıyorsunuz.
Hepimiz, mutlu olmak istiyoruz. Mutlu olmaya o kadar kilitleniyoruz ki, ya olamazsam duygusu hemen peşi sıra beynimizi ve kalbimizi kovalıyor. Yaşam bize hayal kırıklıkları tattırıyor ve onlar bir hayalet gibi bizi kovalıyor. Yeni bir ilişkiye başladığımızda hemen bir öncekiyle kıyaslamaya başlıyoruz. Aynı hataları tekrarlamamak, yanlış yola sapmamak, acı çekmemek için temkinli davranıyoruz.
İnsanoğlu coğrafya ile etle kemik gibi bütünleşmiştir. Artık ikisini birbirinden ayıramazsınız.
Genellikle her yeni bünye bir savaşın armağanıdır. İnsanoğlunun doğuşu ve dirilişi ızdırap ve çile ister.
İnsanoğlu içini, dışını bir tutmayı her hal ve kârda başarabilenler samimiyeti hayat tarzı haline getirirler. Bunu yapabilmek büyük hüner ister. Çünkü samimiyetin düşmanı çoktur. İçi-dışı bir yaşayanları herkes sever ama bir taraftan ona şu mesajı vermekten de geri durmaz: “Sen buraların adamı değilsin.” Evet, bu doğrudur, çünkü samimiyet buraların duygusu değildir. İçi dışı bir olmak, alıp insanı sonsuzluğa iliştirecek derecede enerjisi yüksek bir duygudur. O duygu ile hareket edenler, bu dünyanın herkesi kayıt altına alan sınırları ile mukayyet değillerdir. O yüzden çocuklar ve gençler, dünyayı alıp ellerinde topaç gibi çevirebileceklerini zannederler, çünkü bakışlarına, konuşmalarına, gelişlerine gidişlerine, kısacası hayatlarına hâkim olan duygu samimiyettir. Onların samimiyet pencerelerini sıradanlığın ve olağanın donukluğu kaplamamıştır. Onlar neye bakıyorlarsa kalplerinin gösterdiği yerden bakarlar. O yüzden hep sempatiktirler, o yüzden herkes onların haline gıpta ile bakar.
Ruhunun hangi coğrafyadan kopup geldiği belli olmayan, ne zaman susacağı, ne zaman konuşacağı bilinemeyen, ciddiye almayıp ciddiye alınmayı bekleyen insanları kendi haline bırakmak. Özgür bırakmak, oluruna bırakmak. O zaman insanlar iyi olur. Yoksa ters teper.
Dönerse senindir, dönmezse hiç senin olmamıştır gibi hüsamcan lafları bir kenara bırakıp, gerçekten yalnızlığın iyi geleceğini bilen insan davranışıdır.
Saldım çayıra mevlam kayıra olayı değildir. Aksine, uzaklaşmaktır bazen, bazen de yapabileceklerini görmektir dahil olmadan. Yorgunluk kaynaklı bir davranıştır, hele ki karşısındaki kişi inat biriyse.
Bir doktor tavsiyesi olduğu söylenir. Söz konusu kişi asabiyet sinirini aşmiş, icsel bir yolculuğa çıkmış olduğu düşünülür, bu nedenle pek soru sorulmaz zamanla düzeleceğine inanılır. Kendini olduğu gibi kabul etmek ve kendiyle barışık olmak gibi anlamlara da gelebilecek durum.
Kişinin kendisiyle uğraşmayı bırakmasıdır, kasarsın kasarsın olmaz sonunda pes edersin bırakırsın kendini kendi haline ne halt ederse etsin.
Ne kadar çok "iyi veya kötü, adil ya da değil" bakış açısının zihinde ve davranışta aynı anda yer tuttuğu fark edilir. "kendi halim," dediğin sen de, sanki sanayide toplama hesabı bir zamanlarda inşa edilmiş. Ayıkla, temizle, onar, at ve tut derken temelde en basit şeyi, var olmayı ne hale getirdiğimiz inanılmaz görünür. Sinirlenilecek bir mesele değil bu. Böyle sadece böyle sonra.. Sonra, ben çayımı içerim sahilde gibi veya hakikaten sahilde Şu şarkılarda boyuna adı geçen gemilerin önce gövdeleri, sonra kamaraları en son bacaları kaybolur. Bu vesileyle dünyanın şeklini anarım. Döngülere dönerim. İçim sıkılırsa, dönmem dururum. Ya da dururken bile dönerim. Ve bunun gibi şeyler.
Bir insanın başka bir insan için gösterdiği ehemmiyetli çabanın ardından sonuç alamaması durumunda edindiği çaresizlikten ötürü yapabileceği tek eylem.
Bir insanın, pek normal davranışlar göstermeyen başka bir insana karşı takındığı tavırdan alttan alma veyahut sert çıkma- sonuç alamaması durumunda yapabileceği tek eylem.
Kendine ait gerekçelerle, kendi dünyasında fıttıran bireye oynayacağı oyun parkı sağlamaktır. Sağlamaktır ki, fazlaca dellenip kıçı, başı dağıtmasın, yavaş yavaş oynasın saçı, başı dağılmasın. Bırakınız yapsınlar, bırakınız bık bık vardı bir zamanlar. İşte öyle bir şey.