Hani zaman zaman konuşuyoruz ya bir insanın zekası verilen cevaplardan değil, sorduğu sorulardan belli olur diye. Hayatı boyunca iki kelimeyi bir araya getirememiş, zavallıları biliyorsunuz. Bu zavallılar bir başkasının zekası ile bizi yönetmeye çalışıyorlar.
Sözel, matematiksel, görsel, bedensel, müziksel… Pek çok zeka çeşidi vardır.
Ayrıca kimi görerek öğrenir, kimi duyarak, kimi dinleyerek öğrenir, kimi dokunarak.
Ama sokularak değil.
Birilerin başkasına ait zeka kırıntılarının enjekte edilmesiyle oluşturulmuş beyinler yok değil. Hatta var olanlar arasında büyük bir pay kapsamaktalar. Özellikle kulaktan dolma zekasıyla verilen cevaplar ise, hat safhada.
Ama unutulan bir şey var.
Elin diliyle sohbete, elin yumruğuyla dövüşe, elin beliyle gerdeğe, elin zekasıyla işe girişilmez.
Bir insanın zekası verilen cevaplardan değil, sorduğu sorulardan belli olur.
Gelin görün ki, zekası olmayan insanların, “fazla zekası olan var mı?” sorusundan başka soracakları bir şey yoktur.
Bakın etrafınıza. Soru soran mı, sürekli sorulan sorulara cevap yetiştirmeye çalışan insanlar mı görüyorsunuz?
Hazır cevaplık zekadan değil sidik yarışından ileri gelir. Her soruya verilecek cevabı olan insanlar eliyle değil ağzıyla iş becerenlerdir.
Hayatı boyunca iki kelimeyi bir araya getirememiş, tabiri caizse geri zekalı olarak bildiğimiz kimi insanlar, otoriteymişçesine ahkam kesmelerine anlam veremiyorum. Kendini akıllı zanneden bu adamların bin tanesine hatta on bin tanesine aynı soruyu sorsanız, aynı cevabı alacağınızdan eminim. Ne fikir kendine ait ne fikri ifade etmeye çalışırken seçtiği kelimeler, ne üslup ne de başka bir şey. Bunlar tek bir yerden veya birkaç yerden idare edilen beyinler. Biliyorsunuz bu beyinler zavallı beyinlerdir. Birileri tarafından yönlendiren beyinlerdir.
Bu zavallılara bir şeyler sorduğunda pat diye cevabı yapıştırıverirler. Bu tip adamları bir köşeye sıkıştırdığında, "Bak elimle değil dilimle alt ettim" tarzı gibi gereksiz, cevap verirler. Biliyorsunuz günümüz koşullarında bu gibi özelliklere sahip olan zeka tacirlerinin ekmeğine yağlı ballı karışımlar süren bir sistem içerisinde yaşıyoruz çok şükür.
Biliyorsunuz tüccarlar, tükenmek üzere olan kaynakların saptamasını iyi yaparlar. Başkalarının kayıplarından kazanç sağlamak onların işidir.
Önce insanlara zekalarını kullanma özelliklerini kaybettirirler. Sonra kendi zekalarıyla onları istedikleri gibi kullanarak giriştikleri bu faaliyetten büyük kazançlar elde ederler.
Bunu yaparken de demokrasinin hürriyet ve eşitlik ilkelerinin arkasına sığınırlar.
Bu şekilde de makinelerden farkı kalmayan insanların, başkaları tarafından eklenmiş özelliklerle donatılmasıyla yapay zekalı insanlar oluşturulur.
Murphy Yasası der ki, “Dünyadaki nüfus sürekli artar ama toplam zeka sabit kalır.”
Bu, insanların kendi zekalarını kullanmaktansa, başkalarının zekalarıyla yetinmelerinden kaynaklanır. Zekayı kafasında bulunduran güç ile, parayı elinde bulunduran güç aynı kaynaktan çıkar. Sonrasında kollara ayrılır ve mümkün olduğunca fazla yayılır.
Hayatı boyunca elle tutulur, gözle görülür bir iş becerememiş insanlar için, kendisine uzanan başkasına ait bir el değerlidir.
Özgüven sorunu yaşayan insanların başarıları paylaşmak ve başarısızlıklardan başkalarını sorumlu tutmak için bulduğu en güzel yoldur kendine değil, başkalarına tutunmak.
Halimiz böyle içler acısı işte. Söylenecek çok şey var gibi görünse de aslında yok.
Bizi bizzat ilgilendiren konularda, bizi anlamayan insanlarla anlaşmaya çalışmak yorucudur.