Bu yazı Milli Gazete’de 23 Nisan 2012 tarihinde yayımlanan bir yazı. Bu haberden dolayı birçok köşe yazarları bu konuda çeşitli görüşler ortaya koydu ve yorumlar yaptı. Yapılan haber benim de ilgimi çekince bende bu yazıyı okuyucularımla paylaşmak gereği duydum.
Yazının içeriği şöyle;
"Nedense Sayın Çevik Bir'in Terörle Şube Müdürlüğü'nde kaldığı üç günboyunca namaz kıldığı bazılarınca garipsendi. Hatta "Namaz kılarak paçaları kurtaramazsın" yollu yazılar bileyazıldı.
İrticayla mücadele eden generali sorgulamak için şubeye getiren emniyet görevlileri, emekli general namaz kılmak için seccade istediğinde şubede seccade bulamamışlar da kampüsün mescidinden getirmişler.
Bu da garip değil mi?
Ben, Sayın Çevik Bir'in namaz kıldığını emekli olduğu yıl öğrenmiştim.
Emekli olunca kendisini ziyarete giden bir Sivil Toplum Kuruluşu başkanı ve üyeleri, ziyaret esnasında çay içerlerken Çevik Bir: "Hanginizin yanında Kur'an-i Kerim var" diye sorduğunu, cevap alamayınca cebinden küçük bir Mushaf çıkarıp "Bunsuz adım atmadım ve sabah namazını kılmadan evden çıkmadım" dediğini bana anlatmıştı laik, demokrat ve Atatürkçü bir başkan.
Peki de bu yapılanlar neyin nesi denebilir.
20 Mayıs 1963 Talat Aydemir darbe teşebbüsüne katılmaktan 1459 kişiyle beraber ordudan atılanlardan biriyle dost olduk.
Düzenli namazlarını camide kılıyor, kendini ve bütün zamanlarını Kur'anı anlamaya veriyordu.
Bir gün kendisine sordum: "Beş vakit namazı camide cemaatle kılmaya devam ediyorsun, bunun ayrıca bir sebebi var mı?" dediğimde "Evet var. Işıklar Askeri Lisesi'nde ve dört yıllık Kara Harp okulunda eğitim esnasında bu halkın karınca gibi olduğu ve ezilerek idare edileceği kanaati bana verilmiş.
Yıllarca ben bu insanları çok küçük gördüm. Namaza ve Kur'an okumaya başlayalıdan beri namazlarımı cemaatle kılmaya ve bu insanlarla omuz omuza gelmeye ve aradaki mesafeyi kısaltmaya çalışıyorum" demişti.Velisiyle delisiyle, generaliyle eriyle, aşçısıyla işçisiyle bu insanlar bizim.
Öyle ise sorun ne?
Sorun başsızlık ve din ile dinsizlik arasında sıkışıp kalmak.
29/11/2001 tarihli Milli Gazete'deki makalemde: "Komutan ölünce kaçan orduda başıbozukluk hakim olmuş.
Başsız askerler ormanlık bir dağa sığınmışlar. Herkes kendi başının çaresine bakmaya başlamış.
Gecenin karanlığında her biri kendine bir sığınak bulmuş ve gizlenmiş.
Kalp atışları bile düşman topu gibi kendi yüreğini hoplatmakta.Ürkek bir tavşanın cığıştısı bile ona düşman narası gibi gelmekte.
İşte böyle bir zamanda her çalının arkasındaki hareketi düşman olarak değerlendirmekte. Halbuki o hareket kendisi gibi korkan arkadaşının hareketidir.
İşte böyle bir zamanda hepsinin tanıdığı bir er kişi, bir kayanın başına çıkıp "Ben buradayım, benim yanıma gelin. Kendi arkadaşlarınızı düşman zannediyorsunuz. Bu ormanda bizden başka kimse yok" demesi gerekir." demiştim.
Dansöz Tanelli, 2006 yılında Bağdat'ta moral gecesi düzenleyen Amerikan askerlerinin bir geceliğine elli bin dolar teklif etmelerine rağmen "bir milyon verseniz kabul edemem. Müslüman çocuk katillerini eğlendiremem" demesi çok şey ifade ediyor.
Dinimizi sevmede birleşiyoruz ama hepimizin hareketleri dinimize göre değil.
Bizi eğitim yoluyla birbirimize düşman eden ve hareketlerimizi karşı düşman olarak algılama eğitiminden geçiren bütün kurumlarımız üzerine eğilmemiz gerekir.
Özetle hapishane yoluyla değil eğitim yoluyla başarıya ulaşabiliriz.