Gözlerinin ışığı olmasa kesinlikle bir heykel gibiydi. Beyazlaşmış saç ve sakalıyla, gözleri bir noktada, hiç kıpırdamadan o noktaya bakan bu heykel insan, neyin peşindeydi? Merak etsem de çözümleme şansım yoktu. Çünkü onun canlı olduğunu biliyordum ama heykelliğine söz geçirme olanağım yoktu. Eylemli olan gözleri ve beyniydi. Çözümlemekten vazgeçip salt izlemeye aldım. Dalların en uç noktasındaydı, güneşin ışıklarıyla dal uçlarının sıkı fıkılığıyla ilgileniyordu. Kimi gözleri daha yukarılara kayıyor, kimi de bulutlarla görüştüğünü düşünüyordum. Bu bir sabır sınaması mıydı? Pek bir şey söyleyemeyeceğim. Ama bu zaman dilimleri bana oldukça uzun geliyordu. Kimi de, bulutların olmadığını görüyor, düş kurduğum sanısına kapılıyordum. O heykelliğini sürdürüyordu gözleri ve beyni dışında. Acaba gökyüzüne yükselen dal uçlarıyla yıldızlara tırmanmayı mı düşünüyordu. Oradan da başka gezegenlere gitmeyi de hesaplayabilirdi. Ağır ağır dal uçlarından dallara ve yapraklara geçtiğini duyumsadım. Ağaçların damarları var mıydı acaba? Varsa bizim damarlarımız gibi miydi? Bu damarlar yapraklarla nasıl bir iletişim kuruyordu? Yine bir sabır sınamasındaydı heykel insan. En dorukta tanıştığı güneşi, dallar ve yapraklarla tanıştırıyordu. Onların ilişkilerini yeni bir boyuta mı taşıyacaktı acaba? Suskunluğu, büyük nehirlerin derinliklerindeki akışı anımsatıyordu. Gözleri, konuklarıyla birlikte ağacın gövdesine indiğinde, güneş akşam yolculuğunun arifesindeydi. Ne kadar zamandır buradaydım ve o ne kadar zamandır burada acaba? Soru sormak önemliydi ama sorulan sorulara yanıt verebilmek de o kadar önem taşıyordu. Heykel insan, tüm dinginliğini ağacın gövdesine yapıştırmış, bir ölüm sürecinde gibiydi. Gözlerinin ışıltısını da göremiyordum. Zaten beyninin eylemliliği ta başından beri benden uzaktaydı. Karanlık tüm benliğiyle dünyamı sararken, onun köklere doğru kayıp gittiğinin ayrımına varabildim ancak. Heykel insan yoktu, köklerin sularla, minerallerle ve yer altı dünyasıyla ilişkilerinin detaylarında olmalıydı. Derine daha derine giden bir düşüncenin temsilcisi gibiydi. Oysa yaşamak böylesine düşünmeyi zorunlu kılıyor muydu? Hiç düşünmemiştim. Ne kadar sıkıcı bir şey olmalı düşünmek? Belki de heykel insanlara ait bir şeydir düşünmek? Artık karanlıktı ve bu konuda kimseyle tartışamazdım. Bu gerçeği kim yadsıyabilirdi ki? Net, bilinen bir şey tartışılır mıydı? Karanlıktı ortalık ve ağacın köklerinin indiği derinliğin de böylesine karanlık olduğunu düşündüm. Oysa orası her zaman öyle olduğundan, karşıtını barındırmadığından, orası için böyle bir saptama yapmam doğru değildi. Düşünmeye başlamıştım. Bu tehlikeliydi ve heykel insan düşünme mikrobunu bana bulaştırmıştı. Hemen kalktım ve hastalık vücuduma yayılmadan oradan uzaklaştım. Allah! Allah! Heykel insan neredeydi şimdi? Ne yapıyordu köklerle birlikte? Neden ta gökyüzünden başlayıp/ derine, daha derine doğru bir eylemi gerçekleştiriyordu. Hastalığa yakalanmıştım. Kurtuluşu yoktu. Sabah erkenden kalkıp yola koyuldum. Sizce dünya neden yuvarlaktır?
Saray, 07 Mart 2012. |