Hizmet kalitesi gittikçe düşen Saray Devlet Hastanesi’nin kimi doktorları, bu ayıbı örtmek için hasta ve yakınlarına çamur atmaya başladı. Hastanenin her başarılı hizmeti, takdirle yad edilecektir. Ama, hasta ve yakınlarını haksız yere suçlaması ve horlaması, katiyen kabul edilemez.
Arsası, hayırsever bir hemşerimiz tarafından hibe edilen Saray Devlet Hastanesi, 25 seneden beri bir türlü tamamlanamayan hekim kadrosu ile hizmet vermeye çalışıyor. Hastane, özellikle bu iktidar döneminde tam bir “üvey evlat” muamelesine maruz kaldı.
Hayırsever İş Adamı İsmail Sarıkaya’nın hibe olarak yaptığı ek bina ile yatak sayısı artırılmasına rağmen, hastaneye yeni hiçbir “uzman hekim” kadrosu verilmedi.
Hal böyle olunca, kısa aralıklarla gelip giden “pratisyen hekimler” de, hastalar için fazlaca faydalı olamadılar.
Neyse ki, hasta çokluğuna rağmen uzun yıllar tahammül ve başarılarını takdirle yad ettiğimiz Dahiliye Uzmanı Dr. Ahmet Hacıali ile, Aile Hekimi Dr. Oğuzhan Tokgöz, ellerinden gelen bütün gayreti göstererek, halkımızın dertlerine çare olmaya çalışıyorlar.
HASTANE, HEP İLGİ ALANIMDA OLDU
İlçemizin, tam donanımlı iyi bir hastaneye sahip olmasını hep arzuladım. Bu maksatla gerek İl Sağlık Müdürlüğü, gerekse Sağlık Bakanlığı nezdinde takip ve arayışlarım oldu. Hastaneye de, muayene ve ziyaret için pek çok defa gittim. Özellikle vatandaşların çeşitli şikayetlerini öğrenince, bu ziyaretlerim daha da sıkça oldu. Yani, hastane hep ilgi alanımda oldu.
Hekim kadrosunun yetersizliğinden söz ederken, kimi hekimlerin ve sağlık personelinin hastalara kaba davrandığına dair bu sütunlarda yakınmalarım oldu. Mesela, son olarak geçen ay, Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı’nın hastalarına yaptığı sert ve kaba muameleyi yazdım.
Kimi durumlarda bu şikayetleri hastane yönetimi ile konuşup, bu sütunlarda dile getirmeye çalıştım. Anladım ki, bu hastanede yetkili ve sorumlu kişilere laf anlatmak, duvara laf anlatmakla eşdeğerdeydi.
Öte yandan, hastanenin ek binasının açılışına gelen Sağlık Bakanı Akdağ yaptığı konuşmada, en kısa sürede uzman hekim kadrosunun tamamlanacağını vaat ettiği halde, değişen hiçbir şey olmadı.
İktidar, bu ilçeden beklediği oyu alamayınca, herhalde misilleme yapıyor ve halkımıza cezayı bu şekilde kesiyordu. İşin ilginç yanı, iktidarın il ve ilçe temsilcileri bu tutumun ters teptiğini, yukarıya bir türlü anlatamıyordu. Halkın ceza ile değil, ona hizmetle kazanılacağını iktidar yetkilileri, nedense bir türlü kavramıyorlardı.
ŞİMDİ SİZE, İLGİNÇ BİR OLAYI ANLATAYIM
Ben, halkımıza daha iyi sağlık hizmeti verilmesi için çırpınırken, hastane yetkilileri kızıp bana iftira etmeye kalktılar. Ve beni şikayet ettiler.
Nasıl mı oldu? Bakın anlatayım.
13 Ekim Perşembe günü akşamı bir akrabamı acilen hastaneye getirdim. Hastanın vücudunda sıvı eksikliği vardı ve serum verilmesi gerekiyordu. Zorunlu olmadığı halde, Nöbetçi Hekim olan Meriç Ü.’e telefon ederek randevu aldım ve hastayı acil servise götürdüm.
Nöbetçi Hekim, ortalıkta yoktu. Başka acil hastalar da, acil kapısında bekliyordu. Hastamız, ayakta durabilecek durumda değildi. Durumu hemşireye söyleyince, hastamız muayene sedyesine yatırıldı ve yine beklemeye başladık.
Hekim gelmeyince koridora çıktım ve hekimi sordum, gösterdiler. Nöbetçi Hekim Meriç Ü, Polikliniklerin bulunduğu koridorda cep telefonu ile konuşuyor ve konuşurken koridorun bir uçundan öteki ucuna gidip geliyordu. Ceketini çıkarmış, üzerinde hekim olduğunu belli edecek beyaz bir önlük bile yoktu.
Hemşirenin hatırlatması üzerine geldi ve hastamıza baktı, ama sadece baktı. Bizim ifademizden sonra muayene bile etmeden kan tahlili istedi.
Oysa bizim derdimiz, sıvı eksikliğini giderecek bir serum verilmesinden ibaretti.
Gerekli gördüğüne göre, kan tahlili istemesine hiçbir itirazımız olamazdı. Hemen laboratuara gittik. Ancak, “Takılsın” demesine rağmen, telefondan kopamayan hekim, serumu bir türlü taktırmıyordu.
İşin yine ilginç yanı, Nöbetçi Pratisyen Hekim Dr. Meriç Ü, gelen diğer acil hastalarla da ilgilenmiyor, sürekli olarak cep telefonu ile konuşuyordu.
Kimi hastanelerde bu tür hekimlerin hasta yakınları tarafından darp edildiklerini üzüntüyle öğreniyorduk. Ama ben, hekimle dalaşıp, onun motivasyonunu bozmak yerine, sabırlı ve mülayim davranıp, hastamızın şifa bulmasını istiyordum. Yani, amacımız sadece üzüm yemekti, bağcıyı dövmek filan değil.
Nezaketle davranıp, biraz da ısrarcı olunca serumumuz takıldı. Hastanın 500 cc’lik serumu alması bir saati geçince, bu arada ezan okundu. Ben de, Akşam Namazı’nı kılmak için hastanede mescit olup olmadığını sordum.
Var, dediler ve yerini tarif ettiler.
SEN MİSİN MESCİD’E GİDEN ?
Mescit, hastanenin bodrum katındaydı. Ortalık, kap karanlıktı. Kimisi yanan, kimisi yanmayan sensorlu lambaların yardımıyla mescidi buldum. Geçtiğim yerlerin sağına soluna baktım, alt kat düzensiz, bakımsız ve pislik içindeydi. Mescit ve duvarları da öyleydi. Hemen yandaki tek musluklu apteshanede abdest alıp, namazımı kıldım.
Çıkarken, yolumun üzerinde ve sağ tarafta, kasap dolabına benzeyen altı gözlü bir buzdolabı gördüm. Bu gözlerden, sadece birinin üzerindeki kırmızı ışık yanıp sönüyordu.
Üst kata çıkınca, bir hastane müstahdemine bunu sordum. “Hastanenin morgu” olduğunu söyledi. Kırmızı ışığı sorunca da, “O gözde cenaze var.” dedi ve konu kapandı.
Laboratuar sonuçlarını almaya gidince, alt katın “berbat” olduğunu söylediğimde görevli, suçu hayırsever İş Adamı İsmail Sarıkaya’ya attı. İşi, eksik yaptığını söyledi.
Ben, hastanın yanında serumun bitmesini beklerken, yarım saat kadar sonra odaya iki Polis Memuru geldi ve “Sizden şikayet var.” dediler.
“Nedir?”dediğimde, “Hastanenin morguna girip, resim çekmişsin” dediklerini duyunca, olur olmaz yerde kullanılan “şok” olma hadisesi başıma geliverdi. Hakikaten “şok” oldum.
“Şok” oldum çünkü, dolabın morg olduğunu sonradan öğrendim. Alt kata gezmeye değil, sadece namaz kılmaya girdiğimi, kimse sormadan kendim söyledim. Kaldı ki, morgda tanımadığım bir kişinin resmini, niye çekeyim? Şimdiye kadar morglarda kim, kimin resmini, niye çekmiş olsun?
Belli ki, bodrumdaki o berbat durumu görmek, Nöbetçi Hekimin ya da haber verdiği kimselerin canını sıkmıştı. Yavuz hırsız, ev sahibini bastırmaya çalışıyordu.
Hastalarıyla meşgul olmak yerine, sürekli cep telefonuyla konuşan Nöbetçi Pratisyen Hekim Meriç Ü, elinden bırakmadığı o telefonla, bu defa beni şikayet etmişti. Hem de, hiç düşünmeden, utanmadan ve insaf gözetmeden bana “iftira” etmişti.
Polislerle, Emniyete gittik. Nöbetçi Komiser, olayı sordu, söyledim. Büyük bir nezaketle, “Mesele anlaşıldı. İfadenizi almayacağız. Sizi, buraya kadar yorduğumuz için özür diliyoruz.” Dedikten sonra, şaşkınlığını ifade ederek bizi uğurladı.
Bir tıp adamı görünümü ve ağırlığı olmayan bu iftiracı doktoru iyi tanımak lazımdı. Ben, biraz daha tanımak için, şimdi geçmişini araştırıyorum. Başka bir yazımda, size de anlatırım.
Son sözüm şu ki, mecbur kalmadıkça Saray Devlet Hastanesi’nin mescidine sakın gitmeyin. Giderseniz de, tam yolun üstüne konmuş olan “Morg Dolabı”na başınızı çevirip, sakın bakmayın.