5 ya da 12 Haziran 2011 Pazar günü genel seçim var. “AKP, bu seçimi de kazanır mı?” derseniz, dayak yemeye alışmış olan bu millet oylarını verirse, tabii ki kazanır. Ondan sonra hep bir ağızdan, “Kapıldım gidiyorum bahtımın rüzgarına …”
Besteci Kaptanzade Ali Rıza Beyin, Ömer Bedrettin Uşaklı’nın dizelerinden esinlenip bestelediği bu hicaz şarkı, Üniversitede okuduğumuz yıllarda dilimizden hiç düşmüyordu.
Belki de, daha gençlik yıllarımızda hayatın akışına uymaktan başka çare olmadığını görüp, kapıldığımız umutsuzluk bizi bu şarkıya bağlamıştı. Geriye dönüp baktığımızda, geçen onlarca yıl sonra insanların geleceğe ait düşüncelerinde fazlaca bir şeyin değişmediğini görüyoruz. Nasıl “değişti” diyebiliriz ki? İnsanlar, geleceklerinden yine umutsuz, yine mutsuz ve yine endişeli.
Eskilerin tabiri ile hayatın yükünü omuzlayan insanlar “kaçmaktan, kovalamaya vakit bulamayınca”, işte böyle bahtının rüzgarına kapılıp gidiyorlar.
AKP İKTİDARI, KAYGI VERİYOR !
Ülkenin içine düştüğü “vahim” durumdan yararlanıp, iktidarı çok kolay biçimde ele geçiren Adalet ve Kalkınma Partisi, ülkeyi “güllük/gülistanlık” göstermesinin aksine, tam bir uçuruma doğru götürüyor.
Borç olarak dışarıdan alınan ve yine borç olarak içeriden toplanan paralar ve satılan milli varlıklarla ülkeyi bugünlere getiren iktidar, bu durumu biraz daha devam ettireceğe benziyor.
Ya birkaç yıl sonra, bu ülkenin hali ne olacak? Nedeni ortada. Satılacak başka neyimiz kaldı ki? Avrupa ve Amerika bu yönetimi alkışladığına göre, bizi çok sevdiklerinden mi? Asla !.. Devletin devamlılığına güvenilip alınan bu kadar borç, nasıl ödenecek? Ya da Avrupa Birliği masalına kanıp, verilen onca tavizlerin altından nasıl kalkılacak?
Hepsinden önemlisi, yaşamın bir parçası haline gelen terörle nasıl baş edilecek? Ülkeyi bölmek ve ayrılmak isteyen bölücülerin terörü vasıta yapan istekleri nasıl karşılanacak? Kısacası, bölünmeye “Evet” mi denilecek?
BU MİLLET, KİME GÜVENECEK?
Demokrasiye sımsıkı bağlıyız. Ülkenin, darbelerle yönetilmesine asla razı değiliz. Demokrasiden doğan mahzurların, sorunların yine demokrasi içinde çözülmesinden yanayız.
Ama, vaktiyle darbe yaptı diye yurt savunmasında ve toplum düzeninin korunmasında en büyük güvencemiz olan Türk Ordusu’nun yıpratılmasını, moralinin bozulmasını ve siyaset konusu yapılmasını, asla kabul edemeyiz.
Bu köşede, daha önce defalarca yazdığım gibi bu coğrafyada bizi güçlü kılan, dostlarımızı sevindiren, düşmanlarımızı ise kahreden, Ordumuzun hem sayısal, hem de moral gücü ve üstünlüğüdür.
ORDU’NUN, MORAL GÜCÜ KALDI MI Kİ?
Ergenekon davası ortaya atıldığından beri, iktidar yanlısı medyada Orduya karşı inanılmaz bir “yıpratma kampanyası” başlatıldı. Kampanya, halen devam ediyor. Hata yapan Komutanları eleştirmek, işi Orduyu “aşağılama” noktasına getirdi. İktidarın göz yumduğu, belki de desteklediği bu kampanya ile bu göz bebeğimiz, büyük bir moral kaybetti.
Bu yetmiyormuş gibi, askerliğin kısaltılması ya da paralı askerlik gibi Orduya güç kaybettirecek davranışlar da sergilenince, insan geleceğine artık eskisi gibi güvenle bakamıyor.
Bu ülke, güçsüz ve morali zayıflamış bir Orduyla bu amansız teröre karşı nasıl mücadele edecek? Dışarıya karşı, kendisini nasıl savunacak? Düşmanlarına karşı acaba nasıl “caydırıcı” olacak? Ve daha pek çok soru insanın aklına geliyor