Bir gün sormuşlar ermişlerden birine: -Sevginin sadece sözünü edenlerle, onu yaşayanlar arasında ne fark vardır? -Bakın göstereyim, demiş, ermiş. Önce sevgiyi dilden gönüle indirememiş olanları çağırarak onlara bir sofra hazırlamış ve hepsi oturmuşlar yerlerine. derken tabaklar içinde sıcak çorbalar gelmiş ve arkasından da 'derviş kaşıkları' denilen bir metre boyunda kaşıklar. Ermiş sofradakilere, "bu kaşıkların ucundan tutup öyle yiyeceksiniz." diye bir de şart koymuş.
Peki!" deyip içmeye teşebbüs etmişler. Fakat o da ne? kaşıklar uzun geldiğinden bir türlü döküp saçmadan götüremiyorlar ağızlarına. En sonunda bakmışlar beceremiyorlar, öylece aç kalkmışlar sofradan. Bunun üzerine, "şimdi.." demiş ermiş: -Sevgiyi gerçekten bilenleri çağıralım yemeğe. Yüzleri aydınlık, gözleri sevgi ile gülümseyen ışıklı insanlar gelmiş oturmuş sofraya bu defa. "Buyurun." denilince, her biri uzun boylu kaşığını çorbaya daldırıp, sonra karşısındaki kardeşine uzatarak içirmiş.
Böylece her biri diğerini doyurmuş ve şükrederek kalkmışlar sofradan. "işte!" demiş ermiş ve eklemiş: -Kim ki hayat sofrasında yalnız kendini görür ve doymayı düşünürse, o aç kalacaktır. Ve kim kardeşini düşünür de doyurursa, o da kardeşi tarafından doyurulacaktır. Şüphesiz ve şunu da unutmayın, hayat pazarında alan değil, veren kazançtadır daima.
SAVAŞIN EN KANLI GÜNLERİ
Savaşın en kanlı günlerinden biriydi. Askerlerden birisi, en iyi arkadaşının az ileride, kanlar içinde yere düştüğünü gördü. İnsanın başını bir saniye siperden çıkaramayacağı gibi bir ateş altındaydılar. Asker teğmenine koştu hemen: "komutanım, bir koşu arkadaşımı alıp geleyim mi?" "delirdin mi?" der gibi baktı teğmen. "gitmeye değmez oğlum, arkadaşın delik deşik olmuş. Büyük olasılıkla ölmüştür bile. Kendi hayatini da tehlikeye atma sakın! Ama asker o kadar ısrar etti ki, teğmen izin vermek zorunda kaldı. "Peki, dene bakalım!" asker yoğun ateş altında fırladı siperden ve mucize eseri, arkadaşının yanına kadar gitti, yaralı arkadaşını sırtlandığı gibi taşıdı. Birlikte siperin içine yuvarlandılar. Teğmen, koşup yaralıya bir göz attı ve nefes nefese bir kenara yıkılmış askere döndü: "sana hayatını tehlikeye atmaya değmez, dememiş miydim! bu zaten ölmüş." "değdi komutanım, değdi!" dedi asker. "Nasıl değdi, arkadaşın zaten ölmüş, görmüyor musun?" "yine de değdi komutanım, çünkü yanına vardığımda henüz yaşıyordu ve onun son sözlerini duymak, dünyalara bedeldi benim için. Sonra hıçkırarak, arkadaşının son sözlerini tekrarladı: "geleceğini biliyordum!" Kaynak: Ders Alınacak Hikayeler Kalın Sağlıcakla.
MEKTUBUNUZU OKUR MUSUNUZ?
Nasreddin Hoca, yazdığı mektupları eliyle götürür, kendisi okuduktan sonra alıcısına teslim edermiş. Bir gün, - "Efendi" demişler, "mademki mektup yazıyorsun, ne diye onca zahmete katlanıp, gidip orada mektubunu sen okuyorsun?" - "Ben gitmezsem okumazlar. Mektuba da yazık olur. Baksanıza en önemli konu olan eceli hakkında sık sık mektup alan insanoğlu, o mektupları okuyor mu? Son gününde nasılda şaşırıyor!.."
|