Ülkemizde akıllı olmaya gerek yok. Birileri çıkar senin akıllı olduğunu her tarafa yaygarasını yapar. Yeterki biraz bağırmayı becerebilsen. Gerisini düşünme. Birileri gerekeni yapar. Hele siyasetçi isen, hiç düşünme. Bir bakmışsın ki, koltuğu oturmuşun, "Nasıl oldu, sen bile şaşırrısın." Bir kısırdöngüdür bu... Bağırırlar da bağırırlar... Bu atıp tutmaları onların çevresinde vatandaş gruplarının toplanmasına yol açar. Niteliklerine değil, bağırmalarına önem verilir. Degerli okuyucularım, bu hikayeyi daha önce de sizlerle paylaşmıştım. Bir okuyucumun isteği üzerine tekrardan sizlerle paylaşıyorum. Hikaye şöyle: ... Bir inek, bir beygir, bir eşek, etrafa dağılıp insanların ne yaptıklarını öğrenmeye ve üç yıl sonra buluşmaya karar verirler... Her biri başka yöne gider. Aradan üç uzun yıl geçtikten sonra buluşma yerine önce inek ve beygir gelir... İkisi de perişan bir halde, zayıflamış, dişleri dökülmüş, kamburları çıkmış, adeta çökmüştür. Beygir merakla sorar: "Nedir bu halin inek kardeş?" İnek acıklı bir şekilde içini çekerek anlatır: "Sorma beygir kardeş... Bu insanlar çok merhametsiz... Beni durmadan birbirlerine sattılar. Alan sütümü sağdı. Bir inek daha bulup onu yanıma koyarak bizi çifte koştular, aç bıraktılar. Canımı zor kurtardım be kardeş." Beygir de acı acı başını sallayarak anlatır: "Ah, sorma... Benim de ağzıma bir demir parçası geçirdiler, ağzımı açamadım. Üzerime bindiler, ses çıkaramadım. Biri indi, öbürü bindi! Binmedikleri zamanlar zincire vurdular. Belim çöküp de onları taşıyamaz bir hale geldiğinde arkama kocaman bir araba bağladılar. Bu sefer birçoğunu yeniden taşımaya başladım. Ben onları taşıdıkça, daha hızlı gitmem için kırbaçladılar. Canımı zor kurtardım inek kardeş." İnek ve beygir böyle konuşurken uzaktan eşek görünür. Hayli neşelidir. Islık çala çala, taşlara tekme ata ata, hoplaya zıplaya gelir. Mutludur. Üstelik şişmanlamıştır. Tüyleri pırıl pırıl parlamakta, gözlerinin içi gülmektedir. Üzerinde lacivert takımlar vardır. İnek ile beygir şaşırmış bir şekilde, "Nedir bu halin? Neler oldu? Neden böyle zevkten dört köşesin?" diye sorarlar. Eşek keyifli bir şekilde anlatır: "Sizden ayrıldıktan sonra uzakta bir memlekete vardım. Birisi yukarı çıkmış bağırıyor, bağırdıkça insanlar onu alkışlıyordu. Ben de yüksekçe bir yere çıkıp bağırdım. Benim bağırmamı bilirsiniz, yeri göğü inletirim. Sesimi duyan benim yanıma koştu, duyan duymayana haber verdi, etrafım insanla doldu. Onlar geldikçe ben daha çok bağırdım. Haktan, hukuktan, refahtan, adaletten filan bahsettim..." "Eee, sonra ne oldu?" "Ne olacak beni başkan seçtiler!" "Deme yahu.. Yani sen başkan mı oldun?" "Evet... Bir şey yapmama gerek kalmadı. Ben bağırdıkça onlar ’Seninle gurur duyuyoruz’ diye alkışladılar. Ben de yedim ve bağırdım, yedim ve bağırdım!" "Pekiii, senin eşek olduğunu anlamadılar mı yahu?" "Valla, yarısı anladı ama diğer yarısına anlatamadı"
Antik Yunan döneminde (MÖ 620-560 yılları arasında) ünlü masalcı Ezop'un iki bin altı yüz yıldır canlılığını yitirmeyen öyküsü Kalın sağlıcakla.
ÜLKEM İNSANI ÖLÜNÜN BAŞINA GELENLER! Bir köyde cenaze mezarlığa götürülüyormuş. Mısır tarlasının ortasında, tabut köylülerin ellerinden düşüvermiş. Tabutun içindeki ceset düşünce dereye yuvarlanmış. Akıntı, cesedi dinamitle avlanan balıkçıların yanına sürüklemiş. Balıkçılar "Acaba adamı dinamitle biz mi öldürdük?" diye endişeye kapılarak, cesedi askeri kışlanın tellerine yaslayarak bırakmışlar. Nöbetçi er, bölgeye birinin yaklaştığını düşünerek cesedi yaylım ateşine tutmuş. Hemen ambulans çağrılmış. Delik deşik olan ceset, hastaneye kaldırılmış. Operasyon 6 saat sürmüş. Ameliyattan çıkan doktor, alnından akan terleri silerken: "Çok zor oldu ama galiba yaşayacak" demiş…
|