İyilik yapmak toplumumuzun ruhunda var. Ancak, bazıları yapılan iyiliklerin sonucunda menfaat beklentisi içinde olurlar.
İnsanoğlu hep kendi çıkarını düşünerek iyilik yapar. Özellikle bencil biriyse, yaptığının yanlış olduğunu bile bile yapmaya devam eder. Dost tarafından, hem de başkalarıyla ara bozmak amaçlı yapılınca daha bir koyar, hele bir de eliniz kolunuz bağlıysa, yapılan iyiliğe karşı o da bazı fedakarlıklar yapmak zorunda kalır.
Bir kişi veya kişiler grubuna iyilik etmek, "İnsan" olmanın gereği karşılıklılık ilkesine doğrudan doğruya bağlı olmamalıdır. Buna karşılık, bir kişi ile diğer kişi veya kişiler grubu arasındaki yaşanan hadiseler ortaya, "Hukuku olmak" durumunu, yine "İnsan" olmanın icabı olarak çıkartmalıdır. Şimdi, bu olması gerekenler kısmını bir tarafa bırakıp, hayatın gerçeklerine, yani bir bakıma "Modernleşmiş bir tür hayvan" olan insanoğlunun yarattığı "Orman hukuku" böyledir.
"İyiliğe iyilik her kişinin, kötülüğe iyilik er kişinin kârı" lafı boşa söylenmemiştir.
İyiliğe her zaman iyilik ile mukabele edilecektir, bu mutlak ve muhakkaktır, belki tüm önermeyi değiştiren şey, bu karşılığın vadesi olarak hangi zamanın ve vericisi olarak da kimin, neyin seçildiğidir.
İyilik yapılana karşılık, şefaat ve her türlü beklenti, eğer o iyiliğin yapıldığı kişiden ve yapanın vadesinde bekleniyorsa, bu tarz kısa vadeli hayal kırıklıkları ve üzüntüler muhakkaktır. Yok eğer yapılan edilenler, başka bir merciin rızası ve akabinde ondan gelecek karşılıklar için yapılıyorsa, o zaman bu önerme ezelden ebede doğrudur. En azından kimileri için. İlgili olarak bir alman atasözü geliyor akla, "Tanrının değirmeni yavaştır, ama kusursuz öğütür" İşte burada da şu meşhur ama, kendisinden önceki yavaşlığı, yani vade mevzusunu ortadan kaldırıyor ya da herşey sadece bana öyle geliyor.
Değerli okuyucularım. Bugünkü köşemde, "Çöl Hırsızı Hikayesi"ni sizlerle paylaşmak istiyorum.
Hikaye şöyle:
"Çölde yaşayan zengin ve muktedir bir kabile reisinin dillere destan, eşi-menendi az bulunur bir atı varmış.
Günün birinde kabile reisi, bu pek sevgili atına atlayarak tek başına çöle gezmeye çıkmış. Hayli zaman at koşturduktan sonra dönmek üzere iken uzaklarda bir kımıltı dikkatini çekmiş. Bir insan, yerde yatıyor. Belli ki çok hasta veya ölmek üzere. Yardıma muhtaç.
Hemen oraya yaklaşıp atından inerek yerdeki adama yardıma gitmiş. Hâlâ nefes aldığını görünce sevinip atının terkisinden su kırbası almak üzere iken, yerdeki mecâlsiz ve hasta adamı, o herkesten kıskandığı değerli atın üzerinde görünce şaşırıvermiş. Adam atı topuklayıp erişilemeyecek kadar uzaklaştıktan sonra dönüp, alay edercesine bakmış atın sahibine,
Fakat bir gariplik var; atın sahibi ardından koşarak bağırıp çağırmıyor; sadece durduğu yerde ağlıyor.
- Ne oldu diye seslenmiş hırsız, “Zoruna gitti de ondan ağlıyorsun değil mi? Sen ki bu atı kendi gözünden, evlâdından bile kıskanırdın ama bak, aklım ve çevikliğim sâyesinde şimdi benim oldu atın; ne kadar ağlasan yeridir!”
- Yaa, niçin ağlıyorsun öyleyse, kadınlar gibi?
- Şunun için: Bu haber yarın etrafta duyulduğunda, senin nasıl bir hile ile atımı elimden kapıp çaldığın dilden dile gezdiğinde bundan sonra çölde hiç kimse, ölmek üzere olan gerçek bir ihtiyaç sahibine bir damla su vermeye çekinecektir. Üzüntüm ondan!"
Kalın sağlıcakla...